Kur’an, furkandır... Hakkı batıldan, iyiyi kötüden, hayrı şerden, doğruyu yalandan, helâli haramdan, sevabı günahtan ayırır. Kur’an, nurdur... Gözleri ve gönülleri aydınlatır, dünyaları ve semaları parlatır, akılları ve fikirleri ışıklandırır.
Kur’an, zikirdir... En güzel nasihatleri eder, gerçekleri hatırlatır, ibretler sunar, düşündürür, sezdirir, hissettirir. Kur’an, ruhtur... Yaşayan ölüleri diriltir, dünyayı kemâle erdirir, insana varlık sebebini bildirir.
Ve Kur’an, Kur’an’dır, her daim şevk ile okunandır... O’nu gökte melekler, yerde insanlar okur da O’na bir türlü doyamaz, her okuyuşta yeni manalar, nurlar, feyizler alırlar.
Kur’an, insanlığın son ilahi kitabıdır. Nazımla nesir arasında yer alır. Özgün bir üslûbu vardır. Muhalifleri nazire yapmak niyetiyle, sevenleri de yazılarını O’na benzetmek arzusuyla üslubunu taklit etmeye çalışmışlar, ama hiçbiri ona yetişememişler. Manasının inceliklerini, lafzının güzelliklerini, üslûbunun harikalarını aynen koruyarak O’nu tercüme etmek elbette imkânsızdır. Çünkü tercüme, “bir sözün başka bir dilde dengi bir ifadeyle yeniden yazılması” demektir. Kur’an’ın lafzı da manası gibi ilahi kaynaklı olduğu için “dengi bir ifade” ortaya koymak insan gücünü aşar. Yapılacak çalışma ancak “sözün kısaca anlamı” diye tanımlanabilecek bir “meal” olabilirdi ki biz de bunu yaptık. Meal hazırlamanın ne büyük bir sorumluluk getirdiğinin farkındayız. “Kitabı elleriyle yazıp sonra da onu az bir pahaya satmak için, ‘Allah katından’ diyenlere yazıklar olsun!” ayetindeki şiddetli tehdit bizi son derecede titiz davranmaya zorladı, hatta bazı anlarda vazgeçmeyi bile düşündük. Ancak bu, bir bakıma görevden kaçmak olacaktı.
Şu ayet ise bu çalışmayı sürdürmemiz konusunda bize gayret verdi: “Biz O’nu yabancı dilde bir Kur’an ‘okuma metni’ yapsaydık, ‘Ayetleri anlaşılır olsaydı ya! Arap muhataba Arapça olmayan bir dil!’ diyeceklerdi.” Bu ayetten sen ne anlıyorsun bilemem. Biz şunu anlıyoruz: Her millet kendi lisanında da O’na muhatap olmalı! İbadet ederken özgün metni okumakla birlikte, anlamını da ihmal etmemeli. Herkese, Kur’an’ın indiği yıllarda konuşulan Arapça öğretilemeyeceğine göre, asıl metne sâdık kalınarak, ama o milletin dil zevki de gözetilerek edebî mealler hazırlanmalı.
Biz de bunu yapmak için yola çıktık. Güzel bir metin olması için çaba harcarken her bir ayetin anlamına dikkatle baktık. Kur’an’ın kendine özgü belagatini, selasetini, fesahatini, cezaletini mealinde de bir nebze de olsa hissettirmeye çalıştık.