Hekimoğlu İsmail’in Akıl ve Gerçek kitabı bizi akıl ve hakikat üzerinde tefekküre sevk ediyor.
“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyata kördür” der Bediüzzaman.
Maalesef gözlerin maneviyata körleştiği bir medeniyetin çocuklarıyız. Esas ihtiyaçlar “maddi” olanlar olarak tanımlanırken ruhumuzun ihtiyaçlarını görmezden geliyoruz. Öyle ki neredeyse “bedenden” ibaretiz deyip ruhun varlığını inkar edeceğiz. Halbuki insan sadece maddeden ibaret değil ki, hayatının temellerine “tüketim” harcı koysun, tükettikçe kıymet kazansın. Kazandıkça hep daha fazlasına göz diken günümüz insanının bu halini Efendiler Efendisi ne güzel ifade eder: “Eğer Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsaydı muhakkak üçüncü bir vadi daha isterdi! Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.”
Sadece maddi yani hayvani ihtiyaçları peşinde koşana insan değil, “beşer” deniyor. Yok olup bitecek olan, elinde hiçbir şey kalmayacak olan demektir beşer; sonlu olandır. Çocukluğumuz nerde? Ya gençliğimiz? Elimizden uçup gitti. Bir gün biz de tamamen gidiciyiz bu dünyadan. Yetmişlik ninelere, dedelere bakıyoruz, bedenen kuvveti azalsa da ruhu on sekizinde; hala hayalleri, ümitleri, umudu var geleceğe dair… Bu apaçık gösteriyor ki insan bu dünya için yaratılmadı. 70-80 yıllık bir ömür yetmez insanın “ebediyet” ihtiyacını gidermeye. Yaşadığımız güzelliklerin bitmesini istemememiz de bundan. Her an tükenmekte olan bir ömür sermayemiz var; tüketiyoruz bitmesinden korkarak. Korku içindeyiz… Yetmiyor bu dünya; ebediyet ihtiyacıyla yaratılan ve sınırlı bir dünyaya gönderilen insana yetmiyor… Yetmesini nasıl bekleyebiliriz ki? Midemiz bir kap yemekle doyarken ruhumuzdur ebedi ve sermedi sofralar isteyen…
Ruhunun ihtiyaçlarıdır insanın en temel ihtiyacı. Sevmek, sevilmek ister de sevdiği, bir gün olur Allah’a ısmarladık demeden çekip gider. Korunmak ister, her an güvende olmak, sırtını sağlam bir duvara dayamak ister de, sağlam dediği duvarlar yıkılır bir gün, o da altında kalır. Atalar, “ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür” derken bu hakikate işaret ederler.
Bir lokma yemektir bedenin ihtiyacı, o bir lokmanın arkasında ruhunun görmek istediği daima düşünülmek, hesaba katılmaktır…
Bu muhataplık “beşer” olmaktan çıkarır insanı; aklını gerçeklerle muhatap kılar.
Bütün bu tefekkürlerle bir yol açılıyor Hekimoğlu’nun rehberliğinde “Akıl ve Gerçek”ten geçip Rabbimize doğru giden… Madde aralanıyor; varlık mana buluyor.
Hekimoğlu hayatın tam ortasında kalbin emrinde çalıştırılan akılla alemi ve olayları değerlendirmeye çağırıyor okurlarını… ta ki gerçekler ortaya çıksın.