Hatıralar, genelde hep ünlü kişiler tarafından kaleme alınır veya meşhur insanlar hakkında yazılır. Ne var ki Necati Seyyar ismini taşıyan benim babam, ne Çankaya köşkünde, ne de Başbakanlıkta herhangi bir idarî görev almış bir kişidir. Ha keza en çok bilinen bu gibi devlet kurumlarında babam, aşçı veya hizmetçi olarak da çalışmış değildir. Benim babam, Türkiye Cumhuriyeti’nin Roma veya Berlin Büyükelçiliği de yapmış bir diplomat değildir. Benim babam, ne bir Bakan, ne de bir Milletvekili idi. Ama babamın babası Mehmet Seyyar, doğduğu Sakarya-Taraklı-Akçapınar köyünde 1950’lı yıllarda muhtarlık yapmıştır. Yani ille de resmî bir unvan arayacak olursak, babam, bir muhtar oğludur.
Peki, “muhtar oğlu olmanın ötesinde babanızın özelliği nedir ki kendi hayatını kaleme alma gereği duymuş olsun?” diye bana bir sual sorabilirsiniz. Buna birçok yönden cevap verebilirim. Başta ben, babamın geçmiş hayatında yaşadıklarını yazmasını istedim. Çünkü oğlu olduğum halde, zaman içinde kendisi hakkında yeterince bir bilgiye sahip olmadığımı fark ettim. Farkındalığım ise babamın yakın dostlarını daha yakından tanıma fırsatı buldukça artmıştır. Bununla ilgili olarak babam ile ilgili bir iki hatıramı anlatayım. Belki buradan yola çıkarak, neden babama kendi hayatını kaleme alması gerektiğine dair düşüncelerimin perde arkasındaki hikmeti daha iyi anlatabilirim.