İmparatorlara layık bir zenginlik ve şatafat sahibi olan Timon, aynı zamanda Atina’nın en cömert soylusudur. Öyle ki etrafını kuşatan bütün beyleri konağında ağırlar, onlara kusursuz bir ziyafet çeker, en kıymetli mücevherleri takdim eder. Üstelik bunları yaparken son derece içtendir ve karşılık beklemeyen asaletiyle herkesi kendine hayran bırakır.
Bu ihtişam ve debdebe içinde günler geçerken asil Timon’un farkında olmadığı bir durum vardır. Kâhyası Flavius ve aksi bir filozof olan Apemantus tarafından uyarılmasına rağmen Timon, günün birinde feda edecek hiçbir şeyinin kalmadığı gerçeğiyle yüzleşir. Böylece çevresindeki dalkavukların tavırları ile hayatının gidişatı da farklı bir yola girecektir artık. Serveti tükenip gittiğinde ona eskisi gibi yine methiyeler düzecekler miydi? Kefeye konulduğunda hangisi daha baskın geliyordu: Menfaat mi yoksa vicdan mı?
Shakespeare’in en ünlü tragedyası olarak gösterilmese de Atinalı Timon, beş perdeden oluşan sürükleyici hikâyesi ve güçlü betimlemeleriyle saklı bir hazine değerindedir.
Ne garip, ne acayip hâldir ki bu; insanın en büyük günahı, başkalarına fazla iyilik etmesi oluyor. Bundan sonra bir daha kim kalkar da onun yarısı kadar bile olsa iyilik göstermeye cesaret eder? Çünkü tanrıları tanrı eden cömertlik, insanları berbat ediyor.