“Kendimi senden sürgün ettim. Sense buna izin verdin. Sen Rilke’nin meleği değilsin! O ki gökleri artık sevmiyor ve ait olduğu insan onu serbest bıraktığında, yüzünü özlemle ona doğru eğiyor. – Ama belki bu da benim suçum. Yaradılışında sana çok az alan bıraktım, fazla hareket edemedin. Senin biricik hareketinin bana yönelmek olacağını düşünemedim. Anımsıyor musun sana gülümsemeyi yasaklayışımı? Ben suskudan bir melek olmanı arzu etmiştim. Belki de sen arada sırada bana dokundun; kim bilebilir bunu? Ama benim sözlerim kaskatı yaptı seni ve aramızda bir vadi oyup deşti. Ben bunu fark ettiğimdeyse, sen çoktan kendi mesafene çekilip mermerleşmiştin, senin o taşlaşmış halde kalmayıp, uzuvlarınla çözünüp ısınmaya başladığını görmek için yoluma devam etmek zorunda kaldım, […] – Susabilseydim, her şey öylesine kolay olurdu ki. Yalnızca söze dökmeden önce sahiptim sana. Ve seni kendimden dışarıya yerleştirdiğimde, sen bir imge haline gelip artık yalnızca benim düşüncemde yaşıyor olmadığındaysa, tümden yitirdim seni.”