“Aşk kendinden başka hiçbir düşünceye yaşam şansı vermeyen aykırı, zorba, oyunbozan bir kural tanımazdı, yarattığı körlük de bundandı.”
“Sevgi neydi? Sevgi emekti…” diye büyüdüğümüz film sahnelerinden bu yana çok şey değişti. Aşkı tam bulmuşken kaybetmeyenimiz, hep yanlışın peşinde koşup kader motifini yeniden örmeyenimiz var mı?
Ayşegül de o hikâyelerde kaybolanlardan. Kocasının kendisini en yakın arkadaşı Yasemin’le aldattığını öğrenmek elbette kolay olmayacaktı... Geçen on dört yılın ardından bugün adliyenin önünde dimdik durmuş, belki de son kez aşkı düşünüyordu ve biraz sonra topuklarını tıkırdatarak içeri girdiğinde, geride bıraktığı sadece kocası değildi. Affetmek zorunda kalacağı çok büyük haksızlıklar vardı ve bunların hiçbiri dava dilekçesinde yerini almadı.
Ama hayat bu ya, akmaya devam etti. “Bir daha olmaz, kimseye güvenmem…” diye düşünürken kendini sıcacık bir aşkı kalbinde hissederken buldu. Acaba bu yeni yol hangi çalılara takılıp, kendinden nasıl bir ben yaratmasını sağlayacaktı?
Hiç şüphesiz bu bir aşk romanı!
Birdenbire, unuttuğumuz o ince sızıyı kalbimize yerleştirirken göz pınarlarımıza da ferahlık versin diye birkaç damla gözyaşı bırakıyor. Serda Kranda Kapucuoğlu özgün, samimi ve akıcı diliyle hem küçük bir aşk lokması yutmamıza izin veriyor hem de insanın, aşkın gücü karşısındaki çaresizliğini, ona ait tüm duygularla birlikte yeniden yazıyor.
En son ne zaman bir aşk romanı okudunuz? Ya da şöyle sormalıyım: En son ne zaman aşk romanı okumaktan utandırıldınız? Güzel duyguların varlığına inancımızı arttıracak gerçek hikâyelere daha çok ihtiyacımızın olduğu şu günlerde Birdenbire, şefkatli bir el olup yaramıza iyi gelecek. Nereden bildiğimi sormayın…
Damla Karakuş, Editör