“Bir gün karşılaşacaksın. Geçen onca yıl, aslında neyi beklediğini, yüreğin çaresizce sızladığında anlayacaksın. Beklediğinin ‘O’ olduğunu anlamayacaksın önce. Yüzyıllardır tanıyormuşsun hissi doğacak yüreğinde. Hep seninleymiş̧ ama yokmuş̧ gibi. Gözlerine baktığında, kendini asırlardır orada yaşıyormuş̧ gibi hissedeceksin. O gelmeden önce hayatın yolunda seyretse de onca yıl ‘hiç̧’ olduğunu anlayacaksın. Asıl aradığının ‘kendin’ olduğunu onun gelişiyle anlayacaksın.”
İnsan, sonsuz birliğin koynundan bir kıvılcım olarak kopar ve dünyaya gelir. O birliğin gizi, kalbindeki kara bir lekede gizlenir. Yaşam, bir gün o saf birliğe dönene kadar bilinmezlikle seyreder. Tekâmül denilen bu birliğe dönüş için tevafuk-i vesileler gereklidir.
Buda’nın doğduğu topraklara merak salan Süveyda, olduğu topraklarda o gize ulaşır. O saf birliğe döner. Konya’da aşkını o bedene yerleştirir. Beşerî aşk, ilahi aşkın dünyaca tecelli ettiği halidir. Önce can olur, sonra gam, sonra da kocaman bir hiç.
Katmandu’ya uzanan yoldan Agra’ya ulaşan, Konya sokaklarında sonsuzluğa eren bir aşk hikâyesi... Evrenin gönderdiği mesaj misali yeniden ve yeniden karşısına çıkan, ama hayal ama gerçek bir “aşk”. Önce can olan, sonra gam, sonra da kocaman bir hiç.