Kendisinden başkasını haklı olarak göremeyen bir yapıdan, başkasının haklarını savunması beklenemez. Değişmemeyi temel alan bir kişiliğin değişim yanlısı olması beklenemez. Acımasız, bencil ve merhametsiz birinden, adına birlikte denen o koca örtünün bir ucundan tutup da serme işlemine katılması beklenemez. Bütün bu beklenemezler gerçekleşirse, sonuç doğal olarak on iki tane eylül olur.
Ve herkesin vardır elbet bir on iki eylülü. Hatırlamasa da, herkes elbet bir gün çocuk olmuştur. Ve tıpkı çocuk-bedeninin olduğu gibi, yetişkin-ruhunun da ırzına geçilir. Ve ikisinin de bıraktığı iz aynıdır. Çocuğun sömürülmesine ses çıkarmayan bir sistemin, çocuk bedenine ‘sahip’ çıkması garip bir tutumdur. Gençliği baştacı eden bir sistemin genci yok etmesi acaip bir tutumdur. Bu garip, bu acaip tutumların büyüttüğü, beslediği, yarattığı yetişkinlerin; kendilerine, birbirlerine ve hayata karşı hoyrat ve unutkan tutumlarında da şaşırılacak bir yan yoktur.
Ve salt daha güçlü olduğu için, bir hayata doğrudan el koyabilen biriyle, bir bedene el koyarak hayat yıkan biri arasında, sadece ‘zulmün kalitesizliği’ açısından bir fark vardır.
Bütün ilkleri yeniden yaşamak mümkün olmayabilir, ama aynı hataları tekrarlayıp durmaktan imtina etmek mümkün. İfşa etmekle edebiyat arasındaki fark gibi, yaşamakla seyretmek arasındaki fark da burada yatıyordur belki.