“Hayat, çapulculuktan başka bir şey değildir. Karıncadan file kadar bütün mahlukat hep böyle yaparlar. Kanunla, ahlakla bu tabii geçinmenin önünü almaya uğraşanların saflıklarına acınır. Onlar bu beyhude mesaiyle yorulurken sen öte yanda gülerek işini gör. Kurtlar, köpekler, tavuklar, kuşlar nasıl birbirinin ağzından kaparlar, sen de kap, yut... Karşına bir davacı çıkarsa ‘Hakkımdır!’ tehdidiyle bağır, bu hak sözü henüz hiçbir kanun ve mahkemede tahlil edilip sınırlandırılmamıştır. Tesirini çıktığı ağzın şiddet ve kuvvetinden alır.”
18 Kasım 1922’de İkdam gazetesinde tefrika edilmeye başlanan ve 11 Nisan 1923’te tamamlanan Can Pazarı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın özgün tarzını yansıtan, unutulmaz eserlerinden biri. Romanda, savaş yıllarındaki derin yoksulluğun etkilerini ve evlilik, namus, hırsızlık gibi kavramlar üzerinden yerleşik ahlaktaki dönüşümü tartışan yazar, dönemin İstanbul’unu panoramik bir bakış açısı ve renkli tasvirlerle sunuyor okura.
Gürpınar, eserin ilk bölümünde hayatı bir kavga sayan, çektikleri açlık, parasızlık ve işsizlikle bir araya gelen, “zenginden alıp fakire verme” düsturuyla işledikleri her suçu meşru gören Yavuzlar Çetesi’ne, ikinci bölümdeyse Nasıh Bey-Nafia Hanım çiftiyle İrfan Bey-Halavet Hanım çifti arasındaki eş değişikliğine, girift bir aldatma hikâyesine odaklanıyor. Peki, bu apayrı iki hikâye birbiriyle nasıl kesişmiştir? Bir cinayetle mi, hırsızlıkla mı veya bir fidye hadisesiyle mi?