21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız günümüz dünyasında çevre ve sorunları insanlığın karşılaştığı en ciddi problemdir. Sanayileşme dönemiyle birlikte insanın tabiata karşı girişmiş olduğu üstünlük mücadelesi tüm hızıyla devam etmektedir. Bu süreçte insanın tabiattaki canlı-cansız varlıklar üzerindeki tahripkâr ve doyumsuz tahakkümü en son kertede kendine de zarar verir duruma gelmiştir. Tabiata egemen olma hırsı dini ve ahlaki değerlerle de çatışır hale gelerek bir yozlaşma sürecini başlatmıştır. Bu durum çevrenin kendi dinamikleri içerisinde karşılıklı ilişkilerle meydana gelen ve süreklilik oluşturan eko sistemde telafisi çok zor problemleri beraberinde getirmiştir.
Yaşanan olumsuzluklarla birlikte insanlık problemlerin giderilmesi hususunda çözümler de üretebilmektedir. Nitekim tabiattaki varlıklar için geçerli olan doğal dengede dünyadaki kaynakların normal biçimdeki kullanımı sağlıklı ve düzenli bir çevrenin oluşmasına ve varlığını sürdürmesine yarayacaktır. Şüphesiz ki sürdürülebilir bir çevrenin inşasında insanlığın maddi imkânların yanında manevi değerlere de ihtiyaç duyduğu bir hakikattir. Bu çerçevede tabiatın Tanrının mükemmel bir eseri olduğu gerçeğinden hareketle her varlığı kutsal kabul etmek gerekmektedir. Tabiata bu anlayışla yaklaşmak tabiatta kutsal birliği sağlamak tabiatın özüne ulaşmak ve tabiatın biz-zat kendisinin manevi olduğunu kavramayı amaçlamaktır. Filhakika insanlığı bu anlayışa sevk eden en önemli yolların başında din olgusu gelmektedir. Bu bağlamda din modern dönemde insanlığın çevreye tabiata karşı duyduğu bitmek tükenmek bilmeyen saldırganlığını ve açgözlülüğünü gidermenin yollarından biridir.