Talihsiz bir kaza sonucu hayata yarım başlamış bir baba ile başlamış bir hikayedir bu.
O ne kadar yaşama tutunsa da kader ağlarını örmüştü bir kere. Ölüm meleği, bir gece vakti bu yoksul köye geldiğinde, ailenin dağılma haberini de beraberinde getirmişti. Ölümü öğrenmeden babasızlığı öğrenmişlerdi onlar. Annenin etrafında kenetlenip yaşamaya çalışıyorlardı. Ama bir gün doktora gitme bahanesiyle evden çıkan anne de çekip gitmiş, bir daha da dönmemişti.
İki kardeşti onlar. Artık el umuduna kalmışlardı. Hayatları hor görülmelerle, ağır işlerde çalışmakla geçmişti. Sonra yetimhaneye gitmişler orada da itilip kakılma bitmemişti. Ne arayan ne de soran olmadı bu iki kardeşi. Razı oldular alın yazılarına onlar da, başka seçenekleri yoktu.
Yurttan sonra ögretmen okulunu yatılı kazanmıştı birisi. Yalnızdı, kimsesizdi. Devlete sığınmıştı okumak için. “Devletin sahibiyim,” diyen birileri çıkıp “Bize karşı geliyorsun,” diyerek dövdüler, ölümle tehdit edilip kazan dairesinde yakılmak istediler. Dik durdu ödün vermedi düşüncesinden. Zor da olsa okulu bitirip çalışma hayatına atıldı.
Geçmişi peşini bırakmıyordu bir türlü. Karakollar, nezarethaneler; on iki eylül ile beraber ikinci adresi olmuştu. İşkenceler, falakalar, dayaklar bitmedi. Öldü diye bir köşeye bırakıldıktan sonra bir yerde kalamadı artık. Semt semt, şehir şehir dolaşıp dururken yaşam alanı iyice daralmıştı. Evini, eşini ve çocuğunu bir gece bırakıp yurt dışına kaçtı.
İşte böyle bir yaşamın kitabıdır bu...