"Baştan her şeyi parçalamak gerek. Bu dünyaya biraz olsun doğru dürüstlük getirebilmeden önce kahrolası uygarlığımız toptan gitmeli". DU GAED bu sözüyle insanın var olduğu günden beri süregelen ve sonu kestirilemeyen düşünceler çatışması içinde bulunduğunu dile getiriyor. Hepimiz etkin veya edilgin olarak bu çatışmanın içine itilmiş bulunuyoruz ideolojik dinî ve felsefi düşünce dizgelerinin oluşturadurduğu bu çekişme ve çatışmada bir tür "Düş felsefesi" olan ütopyaların yeri nedir? Bugünkü dünyayı biçimlendirmede bir payı var mıdır? Uygulanabilirliği olanaklı mıdır? Ütopyalar ters-ütopyaya nasıl dönüşmüştür? Çalışmamızda bu sorulara karşılık bulmaya çalışacağız.
Ütopyalar gerçek dışı olarak tanımlansa da yazarının yargısı olarak da düşünülebilir. Ütopyalar geçmişe değil geleceğe baktığı için mucizevi olaylardan ziyade daha çok insan olasılıklarına yönelir. Onlar her şeyde mükemmelliğe baktıkları için iyimserliğin ve umudun öğretisidir. Ütopyanın erdemi insanların uğraştığı fakat elde edemediği idealleri ayakta tutmaktır. Böyle olunca da gelecek için bir uyarıcı vazifesi görürler.
İnsanların gerçekleştiremeyeceği ideallerini tatmin etmek amacıyla yazılan ütopyalar kendi içlerinde seçeneksiz oluşlarından dolayı son dönemlerde ters-ütopyaya dönüşmüşlerdir. Bu seçeneksizlik ütopya ile ters-ütopyanın ortak yanıdır. Eşitlik ve toplum mutluluğu adına bireysel eğilimlerin ve değerlerin geriye itilme bunlara hiçbir yer tanınmaması ütopya anlayışını ters-ütopyaya dönüştüren kritik adımdır. Ütopya yazarı kendi seçeneğini ortaya koyarken iyimserdir bir tür yeryüzü cenneti sunar. Bu sayede okuyucunun desteğini sağlamaya çalışır. Ters-ütopya yazarı ise düşüncede cennet vadedenlerin yol açtığı cehennemi sergilemeye çalışır. Böylece ters-ütopya ütopyalardaki gerçekleşmesi mümkün olmayan idealleri yergi eleştiri ve ironi sanatlarını kullanarak çürütüp gerçekleri kendine özgü çeşitli yollarla göstermeye çalışır.