9. yüzyıldan itibaren ilim sahasında sürekli ilerleme kaydeden İslam dünyası, 14 yüzyılın ortalarına kadar bir nevi "altın çağı"nı yaşayarak zirveye ulaşmıştı. 14. yüzyıldan itibaren aklî ilimlere verilen değer gittikçe azaldığı gibi dinî ilimler de bundan nasibini almıştı. Oysa 15-17. yüzyıllarda Batı Avrupa her alanda giderek kuvvetlenip, 19. ve 20. yüzyıllardaki küresel üstünlüğünü elde etmişti. 14. yüzyılda duraklama devrine giren İslam dünyası, ilmî-fikrî üstünlüğü ele geçiren Avrupa'dan 17. asırdan itibaren etkilenmeye başlamıştı. Osmanlı yöneticileri, 18. yüzyıldan itibaren Avrupai eğitim kurumlarını açmaya başlamış ve 19. yüzyılda ise medreseler tamamen atıl bırakılarak Avrupai tarzda yeni bir eğitim sistemi kurmuşlardı. Osmanlı Devleti’nde medreselerde yapılan ilk ıslahat, 1909 yılında, II. Meşrutiyet devrinde, İdil-Ural’da başlayan Usul-ı Cedid yani yenilikçi eğitim modeli esasları örnek alınarak yapılmaya çalışılmış ancak bu ıslahat yetersiz kalmıştı. İlk tedrisat üzerinde olan orta, lise, lisans ve doktora seviyelerini içine alan bu medrese ıslahatı, ders programlarında sadece dinî ilimleri değil dinî, fenni, psikolojik, sosyal, beden eğitimi ve İngilizce, Rusça dillerine de yer vererek bütün alanları kapsayacak tarzda tam bir bütünlük gözetilmişti.
Elhasıl Türkiye’de dinî konulardaki etkinin hep güneyden geldiği konusunda mevcut olan kanaatten vazgeçmek gerektiğini bu kitapla anlatmaya çalıştığımız İdil-Ural’da ortaya çıkan Yenilikçi Eğitim Modeli’nin hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemindeki etkilerinden anlamaktayız.