Hristiyan ve İslam medeniyetlerinin kaynakları itibariyle ve mukayeseli bir tarzda incelendiği bu çalışmada dikkat çeken unsur, her iki medeniyetin de İlk Çağ medeniyetlerinden, bilhassa da Antik Yunan’dan ilham almalarına rağmen, gelişmelerinin farklı ve aksi istikamette olduğudur. Bu farklı istikametlere yönelişin altında yatan saik esas olarak siyasi idi. Hristiyanlığın Roma çok tanrıcılığı ile yüzleşip karıştıktan sonra uğradığı tahrifatın da bunda ehemmiyetli bir payı vardı. Ancak bu bozulmanın altında da siyasi saikler vardı. Hristiyanların üç asırdan fazla bir müddet zulüm görmeleri onlarda bir ezilmişlik psikolojisi yaratmış ve bu da onları, kurtuluşu göklerden gelecek bir “Mesih”ten beklemeye sevk etmişti. Hristiyan filozoflar bu sosyokültürel yapıyı temellendirmek için aradıkları referansı Platon felsefesinde bulmuşlardı ve böylece bu felsefeyi arkasına alan Hristiyanlık, Batı Avrupa’yı bin yıldan fazla süren bir uyku devresine sokmuştu. İslam toplumu ise Peygamber’inin sağlığında putperest düşmanlarını savaş meydanlarında mağlûp etmiş ve bulunduğu coğrafyaya siyaseten hâkim olmuştu. Bu siyasi hâkimiyet, beraberinde dinî yayılmayı da getirmiş ve bu askerî, siyasi ve kültürel muvaffakiyetler Müslümanların bir inanç erozyonuna uğramalarını önlemişti. Bunlarla birlikte İslamiyet’in insana, akla ve ilme verdiği değer de bir medeniyetin kurulması için gereken motivasyonu sağlamıştı.