“Ben titriyordum. Aynı zamanda utanıyordum da. Kısa siyah soket çorabımı sağ elimle tutarak çıkarmaya çalıştım. Onlardan ayrılmak istemiyor gibiydim. O siyah çoraplar çocukluğumdu belki de. Ama zamanı gelmişti artık. Bir şeyler kopuyordu benden; bir daha geri gelmemek üzere gidiyor, uzaklaşıp kayboluyordu. Bir ayrılık, buruk bir veda anıydı bu. Tıpkı bayram yerindeki veda gibi. Gözlerim yanıyordu. Yanaklarım alev alevdi. Garip bir sızı çöktü içime, sızım sızım içime döküldü. Kopan bir parçamdı yüreğimde. İşte bu da ayrılığın acısıydı sanki. Çıkmıştı benden. Geri dönmeyecekler gibiydi. İpek çorabı usulca ambalajından çıkardım. Kaçırmaktan korkuyordum. İpeğin yumuşaklığı bir su gibi kaydı elimden, parmaklarımın üzerine serildi. Kandırıcı ve baştan çıkarıcıydı. Onu tutmaya çalışıyordum. Yavaş yavaş hayatın yolunu çizer gibiydi. Kanatlarından iğnelenmiş kelebek gibiydim o an. Belki sonsuzluk. Belki göz kırpımı gibi bir şey. Bir çift ipek çorap. Hiç tanımadığım, tuhaf duygular uyandıran, kandıran, baştan çıkaran, okşayan. Belkıs Durmaz'ı yeni bir yolun eşiğine getiren bir çift ipek çorap. Hayatım bir çift ipek çorapla değişecek miydi? Bir çift ipek çorap geleceğimin yönünü mü çizecekti yoksa?”