Işık ve gölge görsel sanatlara kaynak olduğu ilk andan itibaren günümüze kadar ruhanilikten cismaniliğe; bilgelikten cehalete; erkeklikten dişiliğe; varlıktan hiçliğe; cennetten cehenneme; işlevsellikten işlevsizliğe; renkten renksize; derinlikten yüzeysele; kuramsal ışıktan gün ışığına; düşsel olandan doğala; kuzeyden güneye; doğudan batıya; sıcaktan soğuğa; dekoratiflikten oylumsala; tözsel olandan ilineksele; göksel olandan dünyevi olana; özgür olandan sınırlı olana; simgeselden imgesele; dokunsaldan görsele; sertten yumuşağa; karadan saydama; devingenden durağana; zamanlıdan zamansıza; iki boyutludan üç boyutluya; içeriksizden gizli içeriğe; doğaldan yapaya; pop olandan devrimci olana uzanan karışık ve hızlı (saniyede 300.000 km.) serüvenler yaşamıştır.
Bu serüvenlerinde izlenimcileri peşinden koşturacak kadar kaprisli ve cazibeli fütüristleri yorgun düşürecek kadar hareketli ve saldırgan bir kuzeylinin betimlemeye doyamayacağı kadar yumuşak ve dumanlı; Leonardo'nun engellemeye çalışacağı kadar sert ve keskin; Nietzsche'yi kıskandıracak kadar nihilist; ancak Baudelaire'in tanımlayabileceği kadar kara olmuştur ışık. Onunla görsel sanatlarda yaşadığımız uzun deneyimlerden çıkan sonuç ise bize yansıttıklarının sanıldığı kadar ne iyi ne de kötü olduğudur. Bunun içindir ki yaratıcısının yolunu izleyen gölgeler kendisini gözleyen kaynağını hep tedirgin etmiştir ve asla güven vermez.