Hz. Peygamber, bir taraftan kendisine gönderilen vahyi insanlara aktarırken, diğer taraftan hem dinî emirleri yerine getiriyor; hem de müminlerin, vahyedilenleri bireysel ve toplumsal hayatlarında yaşaması için çaba harcıyordu. Onun çabaları, ömrünün önemli yıllarını sıkıntılar içinde geçirmesine neden oldu, ama yılmadı. Bazı iyi âdetlere sahip olmakla birlikte, sosyal yapısı adaletsizlik doğurmaya müsait olan, bu sebeple birçok kötülüğü de içinde barındıran bir topluma, yeni dine göre şekil vermeye çalıştı. Özellikle toplumun hayat felsefesini değiştirmeye önem verdi. Daha önce Arap, kabilesi için yaşarken artık inancı için yaşamaya başladı. Bu durum, bir anlamda Arabın özgürleşmesine ve bireysel kimliğine kavuşmasına imkân tanıdı. Bazıları tarafından iddia edildiği gibi Allaha kulluk, bireyin kimliğini ortadan kaldırıp kişiliksiz hale getirmiyor; aksine Allahın dışında kalan bütün varlıklara (mâsivâya) karşı özgürleşmesine olanak tanıyordu. Allaha karşı özgür olmak ise hakikatte mümkün değildir. İslâmın hedeflediği Müslüman birey için dünyada Allah rızasını kazanmaktan daha önemli bir şey yoktur. Bu sebeple çıkar beklentisiyle kişiliğini ezdirmez. Dünya metaı için yalan söylemez; onurunu çiğnetmez, başkalarının onuruyla oynamaz; zulmetmez ve zalimlere yardım etmez. Daha önce kabilesinin gelenekleri içinde kendini hür sanan Araba, hiçbir kulun önünde boyun eğmemesi ve hiçbir kuldan da boyun eğmesini istememesi öğretildi.