İnsân, yaratılan ile Yaratan arasında bir kavşak noktasıdır. Bu yüzden olacak ki insâna “Ulûhiyyet ile ubûdiyyetin birleştiği varlık” da denilmiştir. Allâh ile insân arasında bir ezelî anlaşma, bir zaman ötesi ahitleşme vardır. İnsân, mutluluğu ve ölümsüzlüğü Allâh’a varmakla elde edecektir. İnsânın, bütünden kopup noksanlıklar dünyasına inişi, bir çıkışı da zorunlu kılar. İnsânın Allâh’a olan hayat yolculuğunun adına seyr, sefer, hicret, gurbet veya sülûk derler. Bu yüzden insânın, aslına dönüş yolunda çıkardığı feryât derin ve yakıcıdır. Bu feryât yoksa, insân insânlığını unutmuş demektir. Bu varoluş yolculuğunun bir adı da Mi‘râc’dır. Mi‘râcî faaliyetin, özelliği, şartları ve nasıllığı karşımıza özel bir eğitim ve terbiyenin kaçınılmaz gerekliliğini çıkarmaktadır. Bu özel eğitime veya başka bir ifâde ile ilme genel ad olarak Kur’ân’da da zikredildiği gibi İlm-i Ledün diyoruz. İlm-i Ledün’ün gayesi, insânı Mi‘râcî faaliyete iştirâk ettirmektir. Bunun için gerekli olan mânevî doğumun anne ve babalığını ise Mürşîd-i Kâmil ifâ etmektedir. İnsân-ı Kâmil’i ancak bir İnsân-ı Kâmil yetiştirir. İlm-i Ledün eğitiminin kurumsallaşmış şekli olarak da karşımıza Tarîkatler çıkmaktadır. XXI. yüzyılda özlemimiz, tarîkatlerin, Kur’ân ve Sünnet’in denetiminde yeniden gerçek fonksiyonlarını elde eder konuma gelmeleridir. Böyle bir yapılanma Hakîkat’i arayan insânımıza beklenen güzellikleri getirecektir.
İşte kavramların birbirine karıştığı, sahte ile gerçeği birbirinden ayırt etmenin güçleştiği bir zaman kesitinde Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin Kâmil Mürşîdler’in Mîrâsı’nı farklı yönleriyle dile getirdiği sohbetleri, aslını arayış içerisinde olan rûhumuza bir Âb-ı Hayat çeşmesi olacaktır.