“EDEB BİR TÂC İMİŞ NÛR-İ HUDÂ’DAN
GİY OL TÂCI EMÎN OL HER BELÂDAN”
Padişahlar altına, gümüşe ve bakıra damga vururlar, ki hangi padişahın akçesidir ayân olur. Mürşid-i kâmil olan zâtlar da fukarâsı belli olsun diye mürîdlerine damga-i nişan verir, bunun da ismini tâc ve sikke tâbir ederler. Dervişin vücûdu bir şecere (ağaç)dir, tarîk-i müstakîm bir bahçedir, mürşid-i kâmiller o bahçede bahçevandır, ki dervişleri bahçeye dikip aşılarlar. Aşı tutarsa güzel bir ağaç olup meyve verir. Tutmaz ise yakmaktan başka bir işe yaramaz.
Seyyid Ali Sabit el-Ma’rifî Hazretleri’nin, Risâle-i Ma’rifiyye’sinde buyurduğu gibi dervişlikten murad, tâc ü hırka değil, aşının tutması için lâzım olan ahlâk-ı Muhammediyye’yi tahsildir. Dervişe mürşidi tarafından tekbirlenen derviş çeyizi (cihâz-ı tarîk) de, ihtivâ ettiği mânâ ve remizler açısından Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in güzel ahlâkını yansıttığı için azîz tutulur.
Tarîkatlara ait kisvenin birbirininkine nazaran bazı farklılıklar arzetmesi meşreplerin farklı farklı oluşu ve o kıyafetin emr-i mânevî ile gelişinin bir alâmetidir. Çoklukta vahdete, farkta ceme hülâsa tevhîdin nurunda bir oluşa işarettir. Evvelce tarîkat ehli birbirlerinin zikir meclislerine iştirak ettikleri gibi, bu meclislere tahsis ettikleri günleri bile edeben muhitinde meydan uyandıran tarîklere göre belirlerlermiş. Ve Cami-i Kebîr’de yani Ayasofya Camii’nde her Kadir gecesi tüm meşâyih toplanır, sabaha kadar zikrederlermiş. Bir tarîkin zikri tamam olur, diğeri başlarmış.
Keşkül dergisi, 31. sayısında damga-i kisve-i dervişânı, bir diğer adı derviş çeyizi olan eşyayı, remizleri ve âdâbıyla sayfalarına taşıyor. Şüphesiz bu kadar zengin bir mirasın tek bir sayıya sığması beklenemez ancak ana damarı teşkil eden tarîkatlara ait çeyizler mümkün mertebe verilmeye, daha az bilinenler ön plana çıkarılmaya gayret edilmiştir.
Prof. Dr. Süleyman Uludağ, kullukta ihsânı anlattığı yazısıyla bu sayıdaki yerini alırken, Prof. Dr. Ahmet Ögke, ‘Tasavvufta Remiz’ başlıklı yazısıyla ehlullahın remzî anlatımlarına dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Mustafa Sabri Küçükaşçı, Mukaddes Emanetler’in medeniyetimiz açısından anlamına işaret ederken, Türbeler ve Müzeler Müdürlüğü uzmanlarından Serkan Nişancı, türbelerimizdeki emanetlerin gelecek nesillere intikal ettirilmesi hususunda kisvelerin ve diğer emanetlerin dîn ve medeniyetimizin muhafazası açısından önemine vurgu yapıyor.
Dünyanın söz sahibi yüz koku mucidinden birisi olan Necla Barbir Busîrî, ‘İslâm’ın Kokusu’ başlıklı yazısıyla kokuların medeniyetimizdeki merkezî konumunu anlatırken, hafızamız Medine’den, Taif’ten, Yemen’den, Endülüs’ten, Osmanlı’dan gelen kokularla canlanıyor.
Tarîkat cihâzları ve remizleri hakkında Keşkül’ün 31. sayısında, bu konuya yıllarını vermiş bir zâtla, Safiyüddîn Erhan Beyefendi ile yapılmış bir de röportaj bulunuyor.
Derviş çeyizine ait pek çok eşyanın müstakilen ele alındığı Keşkül dergisi, her zamankinden daha zengin fotoğraf ve tarihî kıymeti hâiz görselleriyle ahlâk-ı Muhammediyye’yi yansıtan tarîkat cihâzlarını okuyucusuyla buluşturuyor.
Menşe’i ahlâk-ı Muhammediyye olan bu cihâzları kuşanmış ve Hazret-i Pîr Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Hazretleri’nin ‘saf ayna’ diye tâbir eylediği ehlullaha akıtılan mânâdan nasibdâr olabilmek ümidiyle…
Himmetler üzerimize sâyebân olsun. Vesselâm.