Yol bomboştu. Dekoratif sokak lambalarının renkli ışıkları altında büyülü bir atmosfer hâkimdi dışarıdaki geceye. Yağmur’un o mistik toprak kokusu müthiş bir huzurla ağırlıyordu sanki güzelim şehri. Hemen yan pencerelerden de baktı dışarıya ve sonra önceki oturduğu pencerenin önüne geri döndü. Bir müddet daldı, diğer geceleri düşündü ve hafızasını yokladı Faris Bey. Yollardaki karanlık noktaların her birine ayrı ayrı baktı, yoktu yoktu kimse. Tesadüfen denk gelmişti galiba bir hafta önceki gece bir de dün sadece gece bir an görmüştü o kırmızı elbiseli kadını. Demek ki akşamları ya da geceleri geç vakit dışarı çıkan bir kadındı, daha doğrusu belki de düşündüğü gibi gerçekten karısıydı.
Ama acaba daha erken miydi vakit, zira kimse yoktu görünürlerde sanki neden gördüğü o anlarda saatin kaç olduğuna bakmamıştı ki. Neden akıl edememişti ki bunu. Ama o anları hatırladığında bunun mümkün olmayacağını da hatırlamıştı. O an büyülenmişti sanki bir anda onu, o kırmızı elbiseli kadını yolda gördüğünde karısı Miray Hanım’a benzetmişti. O kadar benziyordu ki kadın, Faris Bey karısının öldüğünü bir an unutmuştu. Ayakta da durmakta zorlandığı için uzun uzun bakamamıştı ama emindi, karısıydı. Saçları, yürüyüşü, endamı oydu, emindi oydu. Ertesi gün bu olayı herkese anlattığında herkes ona şüpheyle bakmıştı. Onlar kendi düşüncelerine göre haklılardı. Karısı Faris Bey kabul etse de etmese de ölmüştü. Öyle düşünüyorlardı ama Faris Bey bu durum karşısında nedense artık karısının yaşayıp yaşamadığı konusuna şüpheyle bakıyordu.