O adamın ailemin işlettiği Clifford hanına geldiği günü sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Çünkü o günü hayatım boyunca bir daha unutmam asla mümkün olmadı.
Hanın kapısına doğru ağır adımlarla geldi bir el arabasında taşınan sandığını taşıyanlarda arkasından onu takip ediyordu. Koyu siyah saçlarının yağlı örgüsü kirli bir mavi elbisenin üstüne düşen iriyarı bir adamdı. Elleri yara izleriyle kaplıydı tırnaklarının çoğunun üstü siyahlaşmıştı.
Islık çalarak yürümeye devam etti bastonuyla kapıyı itip içeri girdi bir sandalyeye oturdu. Babamdan kaba bir sesle bir kadeh içki istedi. İçkiyi bir dikişte içti ve etrafı incelemeye başladı. Sonra babama dönüp sordu: