Elinizdeki bu kitap çağımızda git gide bir salgına dönüştüğü iddia edilen “depresyon” üzerine Lacancı bakışı hakkıyla ortaya koyan yenilikçi ve çığır açıcı bir kitap. Lacancı psikanalizin “depresyon” konusunda ne söyleyebileceği hepimizin kulak kabartması gereken bir konu. Çünkü “depresyon” terimi heterojen bir alanı indirgeyerek, dışsal belirtilerden kurulu bir dizi semptomu birleştirmektedir. Ki bu da sonuçta depresif olan her bir kişide farklı anlamlara gelebilecek olan belirtileri, üzerine konuşmadan kabul etmeye bizi zorlamaktadır. Klinisyenler için –özellikle de psikiyatristler için– bu alanın heterojen bir dizi şeyin üst üste binmesinden oluştuğunu görmek çok önemlidir. Bu da bize her bir öznenin tek tek dinlenmesi gerektiğini salık verir. İlaçlar öznelerin özneliğini siler ve herkesi aynılaştırır, oysa Lacancı psikanaliz her birimizin tekilliğine vurgu yaparak bizi konuşma göreviyle yüz yüze bırakır. “Depresyon” kelimesini tırnak içinde yazmam, aslında bu kavramın gönderme yaptığı alanın farklılaşmasına işaret etmek için. Kitaptaki klinik örnekler her bir bireyde depresif durumların ortaya çıkışının farklı nedenlerle olduğunu gözler önüne seriyor; ki bu noktanın –Lacancı olmayanların– kendi klinik anlayışlarını sorgulamaları için bir nebze de olsa katkıda bulunabileceğini düşünüyorum.
Depresyonun görülme sıklığının artması depresyonun konuşma ile ele alınabilecek bir şey olmadığı fikrindeki artışla el ele gidiyor. Kimyasal çözümler ya da adına terapi denen standart uygulamalar ile depresyonun ortadan kaldırılabileceği iddia edilegelindi. Oysa araştırmalar bunun tersini söylüyor; öznenin ve konuşmanın üzerinin çizilmesi, adına depresyon denilen durumların aynı dönemde daha da arttığını kanıtlıyor. Demek ki bu mesele üzerinde düşünmek zorundayız. Ya elimizdeki kavramsallaştırmada bir sorun var ya da başka etkenler bu artışta rol oynuyor. Depresyona salgın benzetmesinin yapılması, ona karşı üretilen psikanaliz dışındaki çözümlerin yetersizliğini ve uygunsuzluğunu gösteriyor. Salgın önlenemiyorsa, var olan kavramları ve çözümleri sorgulamamız gerekmez mi? Aslında bu görüş, belirli bir paradigma değişikliğinin gerektiğini ve bunun pek de kolay olmadığını ima etmekte. Tarih boyunca paradigmalar çok zor değişmiştir, hatta bir şeyin paradigma olmasının temel niteliği bu görece değişmezlik olmuştur. Bugün de bir kez daha zamanımız değişirken ve pek çok alanda çıkmazlar daha da görünür hale gelirken bunu bir paradigma değişikliğinin öncüsü olarak neden telakki etmeyelim? İşte bu kitap, Türkçe okuyan okura yeni bir perspektif sunuyor, bugüne değin depresyon konusunda kendi bagajında biriktirdiklerinden oldukça farklı bir perspektif. Bu yeni bakış açısı hem kuramsallaştırma alanına hem de olası çözümler alanına odaklanıyor. Kör bir ampirizmin yerine, bir zamanlar Freud’un dediği gibi, sözün gücünün, Öteki’ne hitap etmenin ve onun tarafından muhatap alınmanın konulduğu bir teorik kayma bu. Elbette her birimiz, klinisyenler olarak ya da sadece okurlar olarak, hazır olduğumuzdan daha fazlasını bir anda alamayız, kavrayamayız; ki burada sunulan görüşlerin çoğunun nasıl alımlanacağını bilemesek de bazı taşları yerinden oynatabileceğine dair inancımızı sürdürmek zorundayız.
Bize sunulan seçenekler çok kısa –bazen birkaç dakikalık– görüşmelerin ardından gelen ilaç reçeteleri ya da herkese uygulanan prosedürler ise acılarımızı ne yapacağımız sorusu kabus gibi üzerimize çökmeye devam edecek demektir. Edebiyat, özellikle romanlar, filmler ve diziler kayıpla, yasla, ölümle, çocuk kaybıyla, evliliklerin sonlanmasıyla, başka bir ülkede yaşama tutunmaya çalışmanın zorluklarıyla vb. bu kadar dolup taşarken bu alanın profesyonellerinin bu konulara bu ölçüde yabancı olmaları şaşırtıcı bir olgu. Ya da iyi niyetli bir duygudaşlıktan öteye geçemeyen yüzeysel bir politik duruşla karşı karşıyayız. Kendimizin ne olduğuna değil nasıl olması gerektiğine dair bir zorlama mevcut bu söylemlerin içinde. Oysa öznenin sorumluluğu öncelikle acıları üzerine konuşmaya başlamasını gerekli kılıyor; susarsa ya da bütün çözümleri Öteki’nden beklerse yol alması imkânsız hale geliyor. Yalnızlık içinde pek çok insanın kıvrandığı, kendilerine dünyada yaşamak için bir anlam bulamadığı, dertlerini tarifsiz bunaltılar olarak deneyimlediği zamanımızda Lacancı Gerçek kategorisi bizi daha da gafil avlıyor. Tam tersine en imkânsız olanın bile sözle dönüşebileceğine inanmak bizi psikanalizin olanaklarıyla karşılaştırma potansiyeline sahip.
Bu kitabın, Freud’un Yas ve Melankoli metninde ortaya attığı fikirlere çok önemli açılımlar getirdiğini, bunun Lacancı a nesnesi bağlamında olduğunu belirtmeden geçmek olmaz. Kitapta melankoliye odaklanan pek çok yazı, yas ve melankolinin karmaşık ilişkisine odaklandığı kadar, melankolinin kendine özgü yanlarını nasıl formüle edebileceğimize de dikkatimizi çekiyor. Melankolide nesnenin aşırı, boğucu yakınlığı ve bu nesneden aralanmanın neredeyse imkânsız olması yaratıcılık sorusuyla birlikte ele alnıyor kitapta. Melankoli ile çalışmanın klinisyenler için etik bir karar olduğuna inanıyorum, potansiyel olarak yıllar sürebilecek böyle bir çalışmaya girişmek Lacancı kavram ve müdahalelerle daha kolay oryante edilebilir.
İnsani acının pusulasını bulduğunu iddia etmiyor bu kitap ama bir taraftan da öyle teorik ve klinik noktalara dikkatimizi çekiyor ki yıllar boyu tekrar tekrar okunacak temel bir eser olduğunu söylememek haksızlık olur.
Depresyon, yas, melankoli, a nesnesi, klinik çalışma, yaratıcılık, edebiyat, moda, psikiyatrik ilaçlar ve daha pek çok şey üzerine düşünmek isteyenler için mutlaka okunması gereken bir kitap.
LACAN DEPRESYON VE MELANKOLİ HAKKINDA NE DEDİ? ÜZERİNE
Elinizdeki bu kitap çağımızda git gide bir salgına dönüştüğü iddia edilen “depresyon” üzerine Lacancı bakışı hakkıyla ortaya koyan yenilikçi ve çığır açıcı bir kitap. Ayrıca yas, kayıp, yas çalışması ve tabii ki melankoli üzerine düşünmek ve bu anlayışa klinik uygulamasında alan açmak isteyen herkes –ister meslekten olsun ister olmasın– bu kitabı mutlaka okumalı!
“Günümüz dünyasında depresyon önemli bir klinik sorundur. Ancak kavramsallaştırılması muğlaktır ve bu da sorunun önemli bir parçasıdır. Hook ve Vanheule bu kitapta, depresif acının Lacancı bir okumasını sunan, psikoz ve nevrozda nasıl şekillendiğini ve konuşma, aktarım ve dürtüye yönelik belirli bir konumu nasıl yansıttığını tartışan makaleleri bir araya getiriyor." - Paul Verhaeghe, Psikanalist
"Günümüzün baskın sosyal-tıbbi söylemi, ruhsal çatışma ve acıları belli bir bozukluk listesine indirgemeyi amaçlamaktadır. Depresyon gibi muğlak terimler, kanıta dayalı en son hızlı çözümü arzulayanları cezbetmektedir. Seçkin Lacancı düşünürlerin makalelerinden oluşan bu kitap, hızlı çözüm vaat etmiyor. Bunun yerine, bu söylemi sorgulamakta ve eleştirmekte, öznel karmaşıklığın hayali bir çatışmasız düzene istatistiksel uyumla ortadan kaldırılamayacağını hatırlatmaktadır. Şiddetle tavsiye edilir.” - Christos Tombras, Psikanalist
"Bu kitap, psikanalitik klinik ve teorik literatürde çok ihtiyaç duyulan bir alanı keşfederek klinik uygulamada depresyon, yas ve melankoliyi ele alıyor. Hook ve Vanheule'un editörlüğünü yaptığı derleme, Freudcu-Lacancı psikanalitik düşünce açısından kavramsal titizliği çağdaş klinik gerçeklikle ilişkilendirerek, insan acısını biyolojikleştiren ve psikofarmakolojik ve davranış temelli tedavi yöntemlerine aşırı güvenen bir kültürün başarısızlığını ele alıyor... Melankoli artık tedavi edilmesi gereken bir ‘hastalık’ değil, sınırsız üretkenlik ve bağlantıya yönelik vahşi bir toplumsal talebe karşı ölümü hatırlatan potansiyel bir öznel tepki biçimidir." - Manya Steinkoler, Psikanalist ve Vanessa Sinclair, Psikanalist