MATMAZELLERİN PASTANESİ
Şehir hatları vapuru düdüğünü öttürdü, gemiyi iskeleye bağlayan halatlar çözüldü. “Yolculuk başladı” dedi kendi kendine. Eski bir kilime sardığı içinde yatak ve yorganının bulunduğu denk kenarda duruyordu. Vapur iskeleden ayrılana kadar gözünün önünde tutmuştu, n’olur n’olmaz… Gerilerde kalarak gitgide küçülen iskeleye ve köprüye baktı. Hava bugün güzel mi güzeldi, sonbahar geldiği halde gökyüzü de deniz de masmavi! Ayaklarının ucunda duran, içinde birkaç parça çamaşır bulunan eski külüstür valizi kavradı üst kata çıkan merdivenlere doğru yürüdü. Merdivenleri çıkınca karşıdaki çay ocağının aynasında bir an kendini gördü; yanakları yük taşımaktan kızarmış, bakışları kaygılı ve üzgün… Vapur tenhaydı. Pencere yanında bir yere oturdu. Taa Bağlarbaşı’ndan onca yükü getirmek kendisini yormuştu. Sanki bir daha dönmemek üzere bilinmeyen bir ülkeye gidiyormuş gibi bir gariplik, bir hüzün çökmüştü içine. İskelede aldığı gazeteyi okumak istedi, üşendi. Vapurun penceresinden dışarıda uçan martıları seyrederken bakışları denizin küçük dalgalarına takıldı kaldı…