Miladi takvime göre 30 Eylül 1207 tarihinde doğan Mevlânâ'yı 800 yıl sonrasında bile dünyanın en önemli ve etkili kültür simgelerinden biri haline dünya tarihinde eşine rastlanamayan bir hoşgörü ve evrensellik anıtı haline getiren şey neydi? Kim olursan ol hangi dilde konuşursan konuş ama "dilsizlerin dilini öğren" diyen bir şairin yedi yüzyılı aşkın bir zaman boyunca Bosna'dan Hindistan'a kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan okurların yüreklerinde hep canlı kalmasını ne sağladı?
Ey harfle ses arasında kokuşup kalan sonra da Tanrı'yı dilsiz zanneden!
Ne dediysem ne söylediysem kendime dedim ben!
Araştırmacıların son yarım yüzyılda insan olarak Mevlanâ'nın daha tarihsel geçeklere dayalı hikâyesini oluşturmaya çalışmalarına karşın henüz onun hakkında mevcut bilgilerin tümünün özenli bir şekilde incelenmesini üstlenen olmadı. Franklin Lewis'in Mevlânâ'sı her geçen gün daha da büyüyüp güçlenen bu efsanenin ve adını verdiği tarikatın arkasındaki ismi tüm yönleriyle anlatmayı amaçlıyor. Bunu yaparken de üst üste katlanan söylentilerin ve sır perdelerinin içine girmeye çalışıyor. Varlığıyla Mevlânâ'yı coşturup yokluğuyla bir yangını ateşleyerek bir anlamda ona ses veren Şems-i Tebrizî'den Moğol saldırısı altındaki karmaşa içindeki dönemin politik ilişkiler ağına Sultan Veled'in ardından genişleyen bir tarikatın Osmanlı devletiyle ve genç Türkiye cumhuriyetiyle olan bağına varana dek tüm etmenleri göz önüne alıyor.
Nuh da sensin ruh da sen; açan da sen açılan da sensin.
Benim için sır kapılarında genişlemiş gönül de sensin!