“Ruşen, bütün manaların var olduğu bir gezegendi.”
"İnsan, kendini değerli hissettiği yerde keşfedermiş."
“Yeryüzünün en keskin bıçağı, Ruşen’in gözleriydi.”
Kadınları ve atları, arabalarıyla birlikte aldılar. Öldürdükleri erkekleri yolun kenarına çekip sonradan dağların arasına doğru süzüldüler. Delirmek üzereydim. Bu yapılanlar âdeta vahşetti. Artık birilerinin, nasıl Fransızlara dur dendiyse bunlara da dur demesi gerekiyordu.
“Ey beyaz kâğıt, bugün ne oldu biliyor musun? Ben başardım, Ruşen’in babası onu bana verdi. İki hafta sonra düğünümüz var ancak benim elimde hiçbir şey yok. Ne beş kuruş para ne Ruşen’e takacak bir ziynet eşyası. Bu durum beni çok üzüyor. Bu durumun müteessir olması beni çok düşündürüyor. Şimdi nasıl yapacağımı bilmiyorum. Yokluğun içinden çıkan bir delikanlının, bir ağanın kızını istemesi ve isteğine ulaşması, sefaletinin verdiği müşkül durumdan dolayı sevdiği kıza bir şeyler yapamaması beni çok üzüyor. İsterim ki ellerimle Ruşen için kilolarca takı ve ziynet eşyası armağan etmek ancak yokluğun kader olduğunu söylüyorlar. Bu kez kaderime boyun eğip kabulleneceğim. En kötü ihtimalle köyümüzdeki evi satacağım. Bir yolunu bulacağım ancak o ev dedemden yadigâr. Babam normal olsaydı muhakkak sattırmazdı."