Müzik başlangıçta ve çoğu zaman “canlı müzik” idi. Kayıt teknolojilerinin gelişmesiyle önce evlere (gramafon), sonra yollara, sokaklara (kasetçalar, onun “yürüyen dinleyici” sürümü), nihayet asansör ve mağazalara (sayısal biçimler), kısaca gündelik yaşamın her anına ve dokusuna sızdı. Eskiden müziği ya çalmanız ya da çalanların yanına gitmeniz gerekirdi artık müzik ve müzisyenler cepte taşınabiliyor.
Böylesine bir yaygınlığın nedeni kuşkusuz bir gereksinimin dindirilmesiyle ilgilidir. En kolayından “ruhumuzu” besliyordur?! Dayatılan bir tüketim algısının sonucu olduğunu da düşünenler de var elbette. Sonuçta kuşların cıvıltısı, dalgaların şırıltısı ya da kükremesi yerine, mekân ve zamanla sınırlı olan müziği zaman ve mekândan bağımsız kılarak “hep” dinler olduk.
Ama yine mekâna ve zamana bağlı olarak farklı müzikler dinleyebiliyoruz. Yemekte başka, arabada başka; gençken başka yaş aldıkça başka müzikler. Müzik beğenimiz değişiyor ama nasıl?
Müzik bazı duygularımızı harekete geçiriyor deniliyor ama o anki duygularımız müzik tercihimizi belirleyemez mi?
Batı klasik müziğini dinlemenin eğitimi, kültürel birikimi ya da “yüksek” sınıftan olmayı gerektirdiği düşünülür ama salgındaki kapatmalar sırasında gördük ki bütün İtalya opera aryalarını balkondan dinliyordu. Eğitim, kültür, sınıf vb. müziğin “kalitesinin” ölçüsü olarak alındığında herhangi bir müziği beğenmek, sevmek, seçmek mümkün müdür?
Müziği dinliyor muyuz, tüketiyor muyuz?