Felsefe doğası gereği dünyayı anlama ve yorumlama çabası olduğu kadar onu değiştirme etkinliğidir. Felsefe dünyayı anlamaya ve yorumlamaya çalıştığı andan dünyaya müdahale etmeye ve değiştirmeye başlamıştır. Rasyonel düşünme tarzı olan felsefi etkinliğin öznesi olan filozof, şair ve sofiste karşı konumlanarak ve çatışarak siyasal ve toplumsal olanı/alanı ele geçirme ve aklın düzenine tabi kılma kavgası içerisinde olmuştur. Hakikatin aritmetik bir hesaplama ve sanatsal yaratım işi olmadığının bilinciyle hakikat(in iktidarı) iddiasında direten felsefenin devlet talebi en yetkin biçimde Platon tarafından Devlet’te filozof-kral, Yasalar’da ise yasanın iktidarı istemiyle dile getirilir. İster filozof-kral ister yasa aracılığıyla olsun felsefenin amacı aklın iktidarının gerçekleştirilmesi, logopolisin inşa edilmesidir.
Gerçekte felsefenin bu akıl devleti arayışı salt bir arzu olarak kalmamış gerçeklik kazanmıştır. İstisnai olmakla birlikte filozof kral(lar)a tanıklık eden insanlık modern çağda felsefi devletin doğuşuna tanıklık etmiştir. Başka bir ifadeyle felsefe mutlak değil, ancak mümkün surette kendisini politik olarak gerçekleştirmiş, insanlık din devletini deneyimlediği ölçüde modern dönemde felsefi devleti deneyimlemiştir. Ancak sonuç vaat edilen mutluluk olmamış, insanlık politik aklın dünyaya müdahalesi olan felsefi devletin yarattığı yıkımı deneyimleyerek ürpertiyle geri çekilmiştir. Bu nedenle modern politik düşünce tarihinin önemli bir kısmı dünyayı belirli bir doğrultuda değiştiren, dünyayı büyüsünden yoksun bırakan, nicelikselleştiren, mekanikselleştiren, toplumsal etosu ve imgeyi tahrip eden felsefi politik aklın yani politik rasyonalizmin eleştirisinin tarihi olarak şekillenmiş, aklın tarihi neredeyse akılla kurtuluştan akıldan kurtuluşa uzanan bir süreç olarak cereyan etmiştir. Elinizdeki eser bu konulara ilgi duyan okuyucuları politik düşünce tarihinde bir gezintiye çağırmaktadır.