Her birimiz melankoliğiz, böyle doğduk ama
hayatımızı bunu inkâr ederek geçiriyoruz, en tabii
halimizden kaçmaya çalışıyoruz, oysa uzun süre
yalnız bırakılsa melankoli tekrar su yüzüne çıkar.
Melankoli her zaman orada, bitmek bilmez ve
fethedilemez.”
Saplantıların en zehirlisi melankolinin labirentlerinde
kaybolmaya adanmış tek paragraflık bu romanda
Hırvatistan’dan Tolstoy’un çiftliğine, Almanya’dan Latin
Amerika ormanlarının derinliklerine sürükleniyoruz.
Sene 1907, Jacov Reinhardt üstadı Carrasquilla’yı
aramak için yardımcısıyla beraber yaşadığı küçük
Hırvat köyünden Güney Amerika’ya bir yolculuğa çıkar.
Jacov’un melankoliyle narsisistik meşguliyeti onu tüketir
ve yolculuğu boyunca aradığı kahramanını kâtibine
anlatırken, Jacov’un saplantısının çaresini elinde tutan
kayıp filozofla karşılaşma umudu giderek daha az olası
görünmektedir. Reinhardt’ın saplantısı kıtalar aşan,
gerçekliğin silindiği, adını bilmediğimiz anlatıcının
insafına kaldığımız bir anlatıya dönüşüyor.
“Reinhardt’ın Bahçesi, dışarıdan küçük, egzotik
ve melankolik görünen ama içine girdiğinizde
mümkün olan en iyi tarzda devasa ve coşkun
olabilen o mükemmel kitaplardan biri. Roberto
Bolaño’nun Tılsım’ını düşünün, Djuna Barnes’ın
Geceyi Anlat Bana’sını düşünün, Denis Johnson’ın
Tren Düşler’ini düşünün, Jean Rhys’ın Geniş, Geniş
Bir Deniz’ini düşünün, Antonio Di Benedetto’nun
Zama’sını düşünün, Thomas Bernhard’ın Bitik
Adam’ını düşünün. Düşünün.”
Rodrigo Fresán
“Melankoli ülkesine macera dolu bir yolculuk.
İnsan kırılganlığının büyüleyici bir incelemesi.”
Guadalupe Nettel