“Allah gözlerini yeryüzüne çevirdi mi, ilkin Deveçıkmaz Yokuşu’nu görür. Deveçıkmaz büyür büyür, kent kadar olur; sonra yine alabildiğine –hem bu kez yırtınırcasına– büyür, dünya kadar olur. Deveçıkmaz, öyle ahım şahım bir yokuş da değildir. Biraz kamburca, paket taşlı, iki yanı eski zaman evleriyle sıralı, kaldırımsız... Denize varmadan, yokuşun sonunu bir ucundan tramvay yolu keser. Tramvay yolundan kurtulur kurtulmaz, denize yine çıkamaz. Geçkin, Osmanlı’dan kalma yalılar, bir de ‘Rızabey Aile Evi’ önüne durur; geçit vermez.”
İzmir’in Karataş semtindeki Deveçıkmaz Yokuşu’nda bir pansiyon: Rızabey Aile Evi.
Kaderin bir araya getirdiği iki arkadaş, Hulusi ve Kemal, Rızabey Aile Evi’nde bir oda tutar. Burada, hayatlarını şekillendirecek, altüst edecek insanlarla karşılaşırlar. Tahsin’i, Şişman’ı, Bahriyeli’yi, Güzel İbram’ı, Fatma’yı, Recep’i onlarla birlikte tanırız. Sonra olaylar gelişir, işler değişir; öyle ki, Hulusi ve Kemal ölümle burun buruna gelir.
Tarık Dursun K., 1957’de basılan bu ilk romanında iki arkadaşı bir araya getiren ve sonra da ayıran olayları büyük bir ustalıkla anlatıyor. Dahası, Akira Kurosava’nın dünyaca ünlü filmi Raşomon’daki gibi, romanını farklı karakterlerin ağzından ilerleterek, biçimsel ve dilsel açıdan da Türk edebiyatının yüz akı eserlerinden birine imza atıyor.
Rızabey Aile Evi her şeyden öte bir dayanışma ve dostluk hikâyesi. İnsanların dostları için canlarını feda etmekten çekinmedikleri zamanlardan bize yadigâr.