Rüzgar kanatlı yıllar, Yaşanmamış bir çocukluğun hikayesi. 1965’in bir hazan mevsiminde düştük yollara. Geride bıraktığımız her şey arkamızda bir nokta gibi kaldı. Köpeğimiz ne çok koştu peşimizden. Köyün çıkışında boynunu büküp uzun uzun havladı. Dağlarında, ovalarında koşup oynadığım yerlere veda bile edemedim. Kars’tan bindiğimiz posta treni ile dört günde vardık. İstanbul denen yere. Yol boyu babaannemin kaçakaçlık hikayelerini dinledim. İnsan öldürmeyi günahların en büyüğü sayan Malakanları. Bir de Cin masallarını. Babam “gemileri yaktık. Artık geriye dönüş yok” dediğinde içimizde ne çok korku yaşadık…
İnsan direnerek öğreniyormuş yaşamayı. Unutuyormuş çocuk olduğunu. Cam topladım, gazete sattım. Ve 9 yaşında bir çocuk olarak Kuştepe karakolunda bir hücreye de kapatıldım. İnsan yazgısını kendi yazıyormuş. 68 kuşağını gördüm. Beynimde patlayan aydınlanmanın peşine düştüm.
Yılmadım, ne bulduysam okudum. Direnmeyi öğrendim, mücadele etmeyi. 78 kuşağının içinde yeniden yarattım kendimi. Bir kuşağın toptan yok edildiğini gördüm. “Geçmişleriyle yüzleşemeyenlerin geleceklerini kuramayacaklarını” öğrendim…
Dokuz yaşında bir çocuğun dünyası. Göç yolarına düşen bir ailenin, ölüm kalım mücadelesi; 1960, 70 ve 80’li yılların anatomisi…
Darbe günleri…
Üstünden tank geçen bir kuşağın hikayesi…
Yine soluksuz okunacaklardan…
Kenan Karabağ