Mayalanma adeta bir mucize. Unla suyu karıştırdıktan bir süre sonra hamurun gebe bir kadının karnı gibi şiştiğini fark eden Mezopotamyalı ilk tahıl yetiştiricisinin şaşkınlıktan nasıl serseme döndüğünü hayal etmek güç olmasa gerek. İnsanoğlu ekmeği yapmadan binlerce yıl önce yine Mezopotamya'da aynı tahılları daha fazla suyla karıştırıp mayalanmaya bırakarak birayı elde etti. Kafkasya'da ise Antikçağ'ın sonlarında yaban üzümlerini veren bitkinin ehlileştirilmesi yani daha iyi bitkilerin seçilip yetiştirilmesiyle iri ve sulu taneleri olan üzüm salkımları elde edildi. Bu meyveleri sıkıp suyunu içme fikri de fazla gecikmemiş olmalı. Ama bu "su" çok geçmeden mayalanmaya başladı kendiliğinden ısınıp kaynadı ve şarap ortaya çıktı. Bereketli Hilâl'in halkları bu içkiyi severek tüketti. Tüketicileri üzerinde bu kadar büyük etkileri olan üstelik yaşayan canlı bir içeceğin niçin dinlerin bir başka deyişle insanları Tanrılarına bağlayan inanış ve ritüellerin merkezinde yer aldığı kolaylıkla anlaşılabilir. Yunan ve Roma dinleri başlıca Tanrılarından birini Dionysos ya da Bacchus'ü her zaman şarapla birlikte andılar. Tektanrılı Yahudiliğin doğuşu bol bol akan şaraplarla ilgili birkaç olay çevresinde gerçekleşti. Hıristiyanlık Kudas ayiniyle bu yolda yepyeni bir adım attı: Ekmek ve şarapla İsa'nın bedeni ve kanıyla birleşmek mümkündü! Böyle büyük bir erdemle donatılan şarap yeni dinin yayılmasına eşlik etti ve onunla birlikte dünyaya yayıldı. Ama şarabı sınırlayan iki engel vardı: Şarabı öbür dünyadaki bir nehirde akıtmaya karar veren İslam dini ve pirinç. Çinlileşen Asya'nın her yerinde diğer buğdaygiller gibi pirinç de şarabın toplumsal ve dinsel rolünü üstlenen bir tür biranın yapımında kullanıldı. Sembolik sistemleri tüketilme ritüelleri ve olağanüstü etkileriyle şaraba çok benzeyen değişik mayalı içkiler Hıristiyanlığın geç ulaştığı bölgelerde Tanrıyla bağ kurmak için kullanıldı. Tropikal Afrika'daki hurma şarabı ya da Amerika'da Colombus öncesinde üretilen pulque bunların örnekleri.