İnsanoğlu, “aşkın” ile olan irtibatını kuvvetlendirmek; Yaratıcı, kâinat ve âdemoğlu üçgeninde fânîliğine anlam katmak için hep bir inşa arayışında olmuştur. Şehir yapılanmaları ise bu tabiî arayışın birer tezahürüdür. Fakat şehirler, alelade güdüler ekseninde, yalnızca barınma ya da maîşet temini amacıyla kurulmamıştır. İnsan, zamanla ve mekânla kurduğu ulvî bağlarla şehirlere yüksek kimlikler vermiş; bu kimlikleri de çeşitli sanat dallarıyla ve düşünce sistemleriyle şekillendirerek medeniyetler inşa etmiştir.
İşte Celaleddin Çelik, Şehrin Halleri’nde “bir medeniyet estetiğinin imkânı” olan şehirlerin ruhunu; zamansal ve mekânsal bağlar, metafizik, müzik ve musikî ekolleri ile sinema, edebiyat, fıkıh ve tasavvuf ekseninde bütüncül bir incelemeye tâbi tutuyor. Bu inceleme, genelde insanın şehirle ilişkisindeki tarihsel ve sosyolojik nirengi noktaları ile kırılmaları içerirken özelde Müslüman şehirlerinin üzerine kurulduğu düsturlar ile bunların modern toplumdaki ikamesini konu alıyor. Mimarîyi sanatla birlikte okumanın nadide örneklerinden birini sunan bu çalışma; “güzeli arama”nın, etik ve estetiğin asırlardır süren serencamını anlatıyor.