Charlotte Brontë, Shirley’yi yazmaya tıpkı kendisi gibi yazar olan kız kardeşleri Emily ve Anne hayattayken başlar. İngiliz ve dünya edebiyatının kült eserlerinden olan bu romanın iki ana karakterinde kız kardeşlerini resmettiğine inanılan yazarın, her iki kardeşini de kaybettikten sonra tamamlayabildiği Shirley, merkezine aldığı aşk hikâyelerinin yanında aile olmak, ölüm ve kayıp duygusuna dair biyografi niteliğinde bir anlatı. Napolyon’un Avrupa’da tozu dumana kattığı 19. yüzyıl başlarında, İngiltere’nin kuzeyinde, Yorkshire’dayız. İki yakın arkadaş, zengin ve başına buyruk Shirley ile naif ve kimsesiz Caroline, birbirlerinden çok farklı bu iki genç kadın, iki erkek kardeşe âşıktır. Ancak olmaması gereken şeyler olmuş ve Shirley, yoksul bir öğretmen olan Louise’e; Caroline ise sermaye sıkıntısı içindeki yakışıklı ve vakur tekstilci Robert’a gönül vermiştir. Savaşın beraberinde getirdiği endüstriyel bunalım ve toplumun değişmez kodları arasında aşkın imkânı meselesini mercek altına alan roman, kadının toplumdaki yerine dair de son derece cesur sorular soruyor.
“Sizi bekleyenin bir aşk hikâyesi olduğu fikrine kapıldıysanız, sevgili okur, bundan daha fazla yanılamazsınız. Duygu, şiir ve hülyalar mı umut ediyorsunuz? Tutku, ihtiras ve de melodram mı bekliyorsunuz? Beklentilerinizi yatıştırın, standartlarınızı düşürün. Sizi; sanki işi olan herkesin kalkmak ve yola koyulmak gerektiğinin bilincinde olduğu bir pazartesi sabahı gibi romantizmden uzak, salt gerçek, sade ve esaslı bir hikâye bekliyor.”