Cemal Süreya kendi hikâyesini güncesinde söyleşilerinde ve elbette şiirlerinde neredeyse bir kavmin hikâyesi gibi ve bir söylence inceliğiyle anlatmıştı.
Sürgünlüğü erken anne kaybı ve bunun kadınlarla ilişkilerine düşen gölgesi babası ile ve gerçekte her türlü otorite temsili ile tekinsiz bir mesafede duruşu...
Hayatını şöyle özetlemişti bir söyleşisinde: "1931 yılında doğdum. Annem çok küçükken öldü. 1948'de Dostoyevski'yi okudum. O gün bugün huzurum yoktur."
Bu psikobiyografi; çok küçükken anneyi kaybetmeyi bir uca on yedi yaşında Dostoyevski okumayı ve bu tutkunun bir daha hiç kaybolmayışını diğer uca koyup bunları nasıl bağlayabileceğimize dair bir öneri de...
Yazar Cemal Süreya'nın hayatı ve şiirinden yola çıkarak Anadolu ruhsallığında anacıllık-ataerki ve şaman kimliği - imam kimliği gerilimlerine dair bir kuramsal çerçeve de sunuyor.
Bu kitapta coğrafyadaki 'ölüm-kalım duygusu'na aynı anlama gelmek üzere yas-içinde göçebelik hallerine ve yasın erosa dönüştürülme mücadelesine dair çözümlemeler de var...
Yazarının önsözde andığı ünlü deyişle: "Anlatılan senin hikâyendir."
Anlatılan hepimizin hikâyesi.