şmiştir. Köykent monografileri, intiharlar, gecekondu araştırmaları,son yıllarda gelişen kamuoyu, siyasal davranışlar, örgüt-liderlik, iletişim ve üretkenlik alanlarındaki incelemeler, sosyolojimizin boyutlarını açıklaması bakımından dikkat çekicidir. Çok kültürlülük, etnik yapılaşma ve grup sosyolojisi de 1990’lardan itibaren gündeme taşınmış bulunmaktadır. Tüm bu oluşumlar, sosyoloji geleneğimizin bir ilerleme çizgisinin var olduğunu bize açıklamaktadır.
Ancak aydın sınıf sosyolojisi, gerekli dinamikliği henüz kazanmış görünmüyor. Oysa Türk toplum geleneğinin yaklaşık bin yıl süren zengin bir deneyimi vardır. Beylikten imparatorluğa yönelik bu oluşum, jeo politik yapılaşma, çok-kültürlülük, sosyo-ekonomik konumu ve antropolojik deyişle yerlilik biçimleri ile henüz istenilen düzeyde ele alınmış değildir. Özellikle yönetici sınıfın etnik kimliği, ilişkileri, danışma çerçeveleri, olayların akışındaki düzenleyici rol ve etkinlikleri de tüm boyutlarıyla incelenmiş değildir.
Bu kitabın temel varsayımı; yönetimi elinde bulunduran ve ‘yerlilik’ kimliği bulunmayan bir ‘yaratıcı azınlık’ sınıfının, halkıyla bütünleşmemiş olması önermesine dayanır. İkinci derecede bir varsayım ise, toplumun lokomotifi konumunda bulunan bu kozmopolit tabakanın, ileriye dönük tüm kültürel değişme ve modernleşme sürecini, halkının ihtiyaçlarına göre değil de kendi atıf sistemlerine uygun olarak yönlendirmiş olmalarıdır.
Bir diğer yan varsayıma gelince, bu da toplumda stratejik konumu bulunan merkezi yönetim sisteminin, halkını dışlaması, kendi içinde bir kast yapısı oluşturmak suretiyle çevreden soyutlanmış olmasıdır. Böylece, Türk toplum sistemini, bir yanda halkıyla bütünleşmeyen, kendini halkından sürekli izole etmiş bir yönetici azınlık, öte yanda aydınına ters düşmüş büyük bir çoğunluk olmak üzere ikili (dual) bir yapı oluşturmaktır.
Bir başka yan varsayım: Cumhuriyet’le gündeme gelen yeni kuşakların yetişme razları, eğitim-öğretim süreçleri ve temsil edildikleri ktoplumsal kuruluşlardaki ilişkiler düzeni, önemli ölçüde ‘Enderun’ zihniyetinin etkileşimi altında gerçekleşmiştir. Çünkü, Osmanlı’dan ‘Cumhuriyet’e kadar uzanan süre içinde ‘Enderun’dan yetişmiş bulunan kadro yönetimi elinde tutmuş, topluma damgasını vurmuştur.
Bir diğer yan varsayım da bazı etnik grupların ‘devşirme’ ve ‘dönme’ kimliği altında ülkemize ve toplumumuza kabul edilerek toplumla bütünleşmeleri rızalarına rağmen, etnisite bilincini yüzyıllarca örtülü olarak yaşatmaları ve günü gelince ayrılık tohumları ekmek suretiyle kolonileşmelerine tanık oluşumuzdur. Böylece kendi akıllarınca yakın tarihin olaylarının hesabını sormak amacıyla, hem de dış güçlerle koalisyonlarını pekiştirmeye, bir ayrılıklarının bulunmadığı mesajını vermeye, hem de “Sana sığındık ama artık senin minnetin altında değiliz, en az senin kadar biz de güçlüyüz” izlenimini yaratmaya çalışmaktadırlar.
Bu kitap; yukarıda ileri sürülen temel ve yan varsayımlar doğrultusunda ele alınmış, belgelerle kanıtlanmaya çalışılmıştır. Bu nedenle araştırma, baştan sona –her türlü etnisite ve ayırımcılıktan uzak kalmak kaydıyla- hem sistemin (Osmanlı), hem de ‘patrimonial devşirme tarzı’ yönetimin akademik düzeyde bir eleştirisidir.