Günümüzü bir ulus devletin ya da toplumsal sınıfın üyesi olarak tanımlamadan tümüyle farklı ortak toplumsal özdeşleşmelerle göze çarpan uyanmalar ya da yeni uyanmalar tanımlamaktadır. Bölgecilik dil kültürel varlık kabile ya da etnik bağlılık bir dinsel gruba adanmışlık yerel bir cemaate bağlanma yeniden uyanmanın aldığı birçok biçimden bazılarıdır. Doğu ile Batı'nın her ikisinde ya da Üçüncü Dünya ülkelerinde bu yeni hareketlerin ya da bir başka deyişle şimdi canlanan eski moda hareketlerin tam bir listesini çıkarmak çok uzun zaman alacaktır. Bunlar devlet özellikle de ulusal devlet (aslında söz konusu olan kavramsal devlet ise de) bunalımının önemli bir görünümünü oluşturur. Bence devlet bunalımı sermayenin uluslararasılığı (ve onun ötesinde genel olarak dünyanın kapitalist ülkelerindeki ekonomik yaşamın küreselleşmesi) ile devletin dünyamızda var olan tek siyasi sistem olduğu düşüncesi arasındaki çelişkinin ürünüdür. Burada ortaya çıkan soru sermayenin giderek uluslararasılaştığı koşullarda niçin dünya halklarının buna kendilerini uluslararasılaştırarak yani sınıf bağılıklarını ulusal sınırların ötesinde tanımlayarak yanıt vermedikleridir? Sınıf bilinci kendi varlığını hissettirmek yerine niçin 'ırk'la 'etnik grup'la ya da dinle kendini özdeşleştirmeye yol açmaktadır? Medya alışılmış ideolojik budalalığıyla buna genel olarak "insanlar böyle!" diye yanıt vermektedir. Ruhun derinliklerinde gizli bir ırksal etnik ya da dinsel bilinç vardır. Bu dışarı fışkırmaktadır ve burjuva demokratik ya da seküler ideolojilerin sosyalist ya da Marksist de olsalar önemsemedikleri şey budur.