Takvim yaprakları 23 Eylül’ü gösteriyordu. Günlerden perşembeydi ve gece gündüz süreleri eşit yaşanıyordu o gün. Kulağa ne hoş geliyordu eşit kelimesi. Keşke dünyanın her yerinde herkes tarafından gözle görülebilseydi, hissedilebilseydi eşitlik diye düşünürken ağaçların sararan yaprakları dikkatimi çekti. En küçük esintide tutundukları dallardan ayrılıp rüzgârın savurduğu yöne doğru süzülüyorlardı. Dünya kendi ekseni etrafında dönüyor, geceler gündüzleri kovalıyordu. Dostluk Parkı’nda oturmuş bu cümleleri yazarken yandaki oturaktan gelen ritmik sesler kulağımı tırmaladı. Başımı kaldırıp baktım, yaşlı bir amca tespih sallıyor. Dikkatim dağıldı, dünya bir anda durdu, mevsimler şaştı sanki. Yeryüzünde eşitlik bozuldu o an, kalemim yazmaz oldu. Biraz yürüsem iyi olacak diye düşünüp kalktım. Yürürken aklıma çocukken babama “Baba sen kaç yaşındasın?” diye sorduğum an geldi. Babam otuz üç yaşında olduğunu söylediğinde ben henüz yedi yaşında bir çocuktum ve o an hayat bana ne kadar da ulaşılmaz gelmişti. Ama zaman en hızlı koşucuydu ve yine yapacağını yapmış, çocukluğumu çoktan geride bırakmıştı. Yoksa çocukluğum bir rüyaydı da ben büyüdüm ve derin bir uykudan mı uyandım bugün? Eylül’ün 23’ü geldi yine.