logo

Yıldız Mahkemesinin İç Yüzü

Ürün Kodu: 9786257934442
₺200,00

Sultan Abdulaziz'in intiharının üzerinden beş sene geçtiği halde kimsenin dillendirmediği bu hadisenin, intihar olmayıp, öldürme olduğu yolunda Sultan Abdülhamid, aldığı ihbar üzerine, yapılan inceleme, tahkikat ve sorgulama sonucunda 1881 yılı Mayıs-Haziran aylarındaki sorgulamaları Yıldız Sarayında hem de bizzat sorgulamalarda da hazır bulunarak yapar. II. Abdülhamid davacı olduğu bir olayı kendi sarayında sorgulayıp yine kendi sarayında mahkeme eder.

 

İşte bu mahkeme “Yıldız Mahkemesi” olarak bilinir. Bu mahkeme sonucunda 9 kişi idam ve 2 kişi 10’ar sene hapse mahkûm edilir. İdamlar daha sonra müebbede çevrilir ve bu 11 kişi Taif Kalesi’ne sürgün edilir. 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra çıkan genel aftan yararlanarak İstanbul'a gelen Fahri Bey kendisi gibi yurtdışında yaşamını sürdürmüş, Jön Türklerle birlikte bulunmuş Midhat Paşa'nın oğlu Ali Haydar Midhat da İstanbul'a gelmiştir. Fahri Bey, “Ben bir dava açmak niyetindeyim. Abdülaziz'in öldürülmediğini, intihar etmiş olduğunu ispat edeceğim. Yıldız Mahkemesi tarafından verilen hükm-ü bâtılı iptal ettirerek, Midhat Paşa ile arkadaşlarının beraatını talep edeceğim” der.

 

Bu fikir ortaya atılır atılmaz, başta Yusuf İzzeddin olmak üzere, hanedân-ı saltanat derhal ayaklanır. “İş saltanat hukukuna dokunuyor. Hanedana hürmet kalmıyor” diye V. Sultan Mehmed iz'aca başlanarak, dava tasavvurunun önüne geçilmeye çalışılır. Bu yüzden tazyik karşısında kalan Dahiliye Nazırı Talat Bey ve hükümet, davanın görülmesine mani olacak vaziyet alarak, mesele o zaman adliye nazırı olan Necmeddin Molla Bey'e havale edilir. Muhtemelen bu görüşmeler, elinizdeki “İade-i Muhakeme Layihası”nın hazırlanıp avukat Hrisantos Tomaidis tarafından imzalandığının duyulmasından sonra olmalıdır.

 

Bilinen o ki bu layiha, kâğıt üzerinde kalmış ve “İade-i Mahkeme” açılmamıştır. Elinizdeki “Midhat Paşa ve Rüfekâsının Mahkemesi Hakkında Esbâb-ı Mûcibeyi Hâvi İade-i Muhakeme Lâyihası” Dersaadet-Hilal Matbaası 1326 (1910)’da basılmış ise de günümüz harfleriyle basılmamıştır. Bu muhteşem layihanın unutulup gitmesine gönlüm razı olmadı. Elinizdeki, hem sadeleştirilmiş hem de motamot transkripşını yapılmış olarak Latin harfleriyle Türk okuyucusunun ve araştırmacılarının istifadesine sunulmuş olan bu eser, en az Fahri Bey'in hatıratı kadar değerlidir. Bu nedenle kaynak addedilmeye haizdir.

 

Son görüntülenen ürünler

Whatsapp Destek Hattı