“Her yerde mekân değiştiren, bir yerden bir yere taşınan insanlar. Gidişler, dönüşler, dönüşsüz gidişler. Gezegenin tüm yüzeyi insanların, nesnelerin, bilgilerin ve tasarıların değiş tokuşuyla uğuldamakta.
Biri Arktika’nın soğuk sularını ister, diğeri Pasifik’in mercan adalarını ve sıcak sularını, burada tropikal ormanın yeşillik, ılık ve nemli toprağına özlem duyulur, orada Sahra Çölü’nün kavrulan, toz haline gelmiş arazisine iç geçirilir; Himalaya tepelerinin buz kesmiş havasına tutkun olanlar Asya musonlarının öfkeli peyzajı ya da Akdeniz’in derinlerinden gelen mavi ve toprak rengi için hiçbir coşku hissetmez. Her beden, içinde kendini en rahat hissettiği ve vaktiyle, plasenta halindeki ilk zamanlarında bulanık ama unutulmaz duyumları ve hazları sağlayan elementi yeniden bulmaya özlem duyar. Bir mizaca tekabül eden bir coğrafya vardır hâlâ. Geriye onu bulmak kalır. Herkes kendi içinde su, toprak ya da hava için duyduğu bir tutku keşfeder, ateş ise gezginin bizzat bedeninde dolaşır.
Yolculuk bir ontolojiyi, bir varolma sanatını, kendilik poetikasını tanımlar. Güzergâh şeylerden kelimelere, yaşamdan metne, yolculuktan kelama, kendinden kendiye götürür.”