Bir süredir bu platform üzerinden düşüncelerimi, kendi kendime ise hislerimi yazıyorum. “Yazar da bir marka mıdır?” isimli denememde ise, Zaman’ı Geçerken isimli dosyamı paylaşmayı düşündüğümden; ancak bir referans noktası, marka değeri olmayan bir yazarın eser yayınlamasının ne kadar zor olduğundan bahsetmiştim.
Zaman’ı Geçerken yayınlandı. Bu denemeyle de yayınlanma hikayesini anlatmayı deneyeceğim.
Çocukken en büyük hayalim bir kitabım olmasıydı. Dolayısıyla hep bir şeyler yazıp durdum. Henüz yazmayı bilmiyorken bile, uydurduğum şeyleri anneme yazdırıyordum. Masallar, mesajlar, şiirler, denemeler, ödevler, research proposol’ları, niyet mektupları, proje brief’leri…
Ne yapıyor olursam olayım, hep bir şeyler yazıyordum. Yani aslında kendimle konuşuyordum.
Okumak, özellikle kendine karşı bir nebze dürüst olabilen birini okumak sohbet etmek demek benim için. Kendi hızımda birini tanımak, yalnızca yazılı metni değil, metni bir araya getiren unsurları da okumaya çalışmak.
Yazmak ise kendimi okumak demek. Kendime dönüp bakmak, burada ne demek istemişim, neden böyle hissetmişim diye düşünmek demek.
Dolayısıyla drive dosyam farklı başlıkta dosyalarla dolu. Araştırmak istediğim fikirler, okuduğum şeylerden notlar, derinleşmek istediğim konularda ilk aklıma gelenler, hiç düşünmeden ve araştırmadan akışında yazdığım şeyler…
Özellikle zor dönemlerimde akışında yazdığım şeyler artıyor, yalnız kalmakta zorlandığım zamanlar yazarak kendimle daha çok konuşuyorum. Böyle bir dönemde yazdığım dosyaya ise “Zaman’ı Geçerken” başlığını atmıştım. Hayatımda zamanın bir türlü geçmediğini hissettiğim bir dönemde, sanırım zamanı ben geçmek istiyordum. Yazarak bulunduğum andan uzaklaşmak, kendi kendime arkadaşlık ederek daha zamansız hissetmek…
Bu dosyanın kapandığıını, yeni bir şeyler yazabilmeye geçebileceğimi sonu yazdığımda anladım. Sonu dediğime bakmayın, kitabın sonu bana ortalarda bir yerlerde gelmişti. Sürekli aynı şeyi yazarak, lafı dolandırarak neyi ertelediğimi bu son ortaya çıktığında fark ettim. Ne yazdığımı bile ancak sonu yazınca anladım: Bir yüzleşme öyküsü.
Spoiler Alert
Sanırım ne yazdığımı anlayınca değil de, bunun kimle yüzleşme olduğunu anlayınca bu dosya zihnimde tamamlanmış oldu. Kayıpla yüzleşmeye çalıştığımı zannederken kendimle yüzleştiğimi fark edince yani. Kendi zihnimin, kendi zamanımın dışına çıkmaya çalıştığımı zannederken, yalnızca bu ikisini keşfetmekte olduğumu görünce.
Bu yüzden bu kitabın sonu, hatta tamamı Elif’ten Elif’e bir mektup aslında.
Öyleyse neden bu dosya bir kitaba dönüştü?
Bilim ve edebiyat arasındaki en temel fark birinin maddeyi, diğerinin insanı ele alması olsa gerek. Bu nedenle dışsal olay örgüleri yerine, içsel gelgitleri takip etmek benim için okumayı sohbet etme haline dönüştüren şey. En bireysel, en içten ve bize özgü hissettiren şey de bu yüzden genelde en evrensel deneyim anlatısı oluyor aslında. Olay ne kadar mikro ve yerel ise, deneyim o kadar evrenselleşiyor.