Her şey neredeyse iki ay önce başladı. Hem de aksiyon dolu bir maceranın başlayabileceği en son yerde: kütüphanede. Hâlâ sağ tek parça ve yara almadan oradan çıkabildiğime; dahası dünyaya geri dönebildiğime inanamıyorum. Başımdan geçenlerin ne rüya olduğunu söyleyebiliyorum ne de yaşandığını; ama neredeyse iki ay süren bu yolculuk bu macera artık geride kaldı.
Yirmi üç yaşında üniversite son sınıf öğrencisi olarak dünyadaki insanların çoğu gibi benim de sıradan bir yaşamım vardı ve ben de sıradan biriydim. Her öğrencinin en sevdiği günler olan cumartesi pazar benim de en sevdiğim günlerdi; ama diğer öğrencilerden farklı olarak ben hafta sonumu genellikle kütüphanede geçiriyordum. Yüzlerce kitabın bulunduğu bu yer huzur bulduğum ender yerlerden biriydi. Tamamen asosyal olmasam da hafta sonlarını kütüphanede geçirmeyi seven biri olduğumu düşünürsek galiba yarı yarıya öyleydim.
Kitabı bilgisayarlardan okuyanlardan olamamıştım hiç. Kitap dediğin dokunulabilir ve sayfaları elle çevrilebilir olmalıydı. Herkesin bir takıntısı olur ya benimki de buydu işte. Artık neredeyse herkesin kitabı bilgisayarlardan okuduğu bir çağda diğer insanlardan beni ayırabilecek yegâne farkım belki de benim bu takıntımdı.
Kitap okurluğuma ve kitap merakıma bakıp edebiyat okuduğumu düşünmüş olabilirsiniz; ama okuduğum bölümün edebiyatla hiç alakası yoktu. Ben inşaat bölümü öğrencisiydim.
Ve olaylar üç ay önce pazar günü başladığında ben yine kütüphanede kitap okuyordum.