Ağustos gecesi, Ada’nın tepesindeki evimin önünde oturmuş, İstanbul’un doğusundan batısına uzanan yedi renkli gökkuşağı gibi ışık halkasını seyrederken, gözlerim Fenerbahçe’nin ya da Haydarpaşa’nın yanıp sönen fenerine takılır.
O günkü titrememi hatırlarım. Trajikomik hayatımda rol almış oynarken, endişeli, gayretli oyundan sonra gülen figürana benzetirim kendimi.
İşte küçük adamın küçük hikayesi. Madem ki bu dünyada ben de yaşadım, suyumu içip havasını emdim, ekmeini yiyip çilesine katlandım. Madem ki hayatımın kısa bir mevsiminde kadınlara arzu duydum. Madem ki çocukluğumda hıçkıra hıçkıra ağladım ve her fani gibi sınırlı mekanla sınırlı zamanı işgal ettim. Madem ki hep dinledim hiç konuşmadım, o halde gitmeden kendimi konuşayım, yazayım.
Her insana kendisini, kendi hikayesini yazmasını tavsiye ederim. Başkalarına akıl vermeden, kendini olduğundan farklı göstermeden yazmalarını…