Odanın içine vuran ikindi güneşi, elli yaşını yarılamış kadının yüzüne vurdukça esmer tenini adeta bronzlaştırıyor, ürkütücü bir görüntü veriyordu. Pencerenin önüne gelen ağacın yapraklarının aralıklarla geçit verdiği canlı ışınlar, Hatice Hanım'ın kendinden emin yüz hatlarında alaca gölgeler bırakıyordu. Henüz tam anlamıyla kırlaşmamış saçlarını desenli Tokat yazması ile kapatmıştı.
Hafifçe arkasına yaslanmış, gözünü karşısındaki Turan'ın tetiğe basacakmış gibi titreyen sağ eline dikmiş, öylece kalakalmıştı. Ara sıra başını sağa sola sallıyor, canının sıkkınlığını saklayamıyordu. Yüzünde en ufak bir endişe veya korku da yoktu. Akbaşlardan Turan'ın kurşunu kendi kafasına sıkamayacağım sanki biliyor gibiydi yılları eskitmiş Hatice Hala. Turan ise iki dizinin üstünde kırmızı, sarı ve beyaz renklerin ağır bastığı Isparta halısının üzerine çökmüştü. Tabancasını şakağına dayamış, alev saçan gözlerini hala diye hitap ettiği Hatice Hanım'ın ta gözlerinin içine dikmişti. Aslında akrabalıkları da yoktu....