Kültürel hafızamızın büyük bir çoğunluğunu oluşturan bu öyküler, yıllarca dilden dile, kulaktan kulağa anlatılarak bugüne geldi ve şimdi kitaplaştırılarak kalıcı büyük bir kaynak esere dönüştü
8. kitabına ulaşan Bilgelik Kitaplığı′yla kütüphanelerde büyük bir eksiklik giderilmiş olacak.
Kervanda Güçsüzler
Bir sonbahar gecesiydi.Tuğrul Şah, saraya uğradığında, kapıda Hintli gece bekçisiyle karşılaştı. Adı Nikbaht idi adamın.Talihi güzel, şans iyi demekti.
Karla karışık yağmur yağıyor, yıldırım düşüyor, şimşek çakıyor, zavallı adam züheyl yıldızı gibi titriyordu soğukta. Tuğrul Şah’ın yüreği sızladı adama,
‘Saçak altına git…’ dedi. ‘Birazdan içeri gireceğim, kaftanımı köleyle gönderirim, giyersin.’
Kar savruluyordu. Şah, saraya girdi vakit geçirmeden, üşümüştü. Şah’ın güzelliğiyle büyülendiği peri yüzlü bir kız vardı sarayda. Onunla karşılaştı Tuğrul Şah ve kendinden geçerek dışarıdaki Hintliyi unuttu. Fırtına şiddetlenmişti. Nikbaht, Şah’ın kürkünü bekledi bekledi fakat ne gelen vardı ne giden. Sabaha dek kaftanın hayaliyle bedeni üşüdü umudu sıcak kaldı. Sabah bir fırsatını bulup Tuğrul Şah’a,
‘Sevdiğini görünce Nikbaht’ı unuttun!’ dedi. ‘Keyifle geçirdin geceyi, bizim üzerimizden nasıl bir gecenin sabaha erdiğini nasıl bileceksin?’
* * *
Ateş yakıp kazan kaynatan, leziz yemeklerle sofra açan kervancılar, geride kalmış ve kuma batmış olanların halinden anlar mı?
Ey gemici! Sürme gemini, dur, yardıma ihtiyacı olanların imdadına yetiş. Bak birkaç çaresiz suda çırpınıyor.Dalgalar başından aşıyor.
Ey adımları güçlü, ayağı çevik gençler. Yavaşlayın, ağır olun, kervanda güçsüzler ve yaşlılar var. Yuları devecinin elindeki deveye binmiş, mahfilde rahat içinde gidiyorsun. Çöl, dağ ve kumdan habersizsin. Kervanın hizmetçilerine sor bunları. İki hörgüçlü bir deve taşıyor seni, yürümenin zahmetini bilmezsin. Huzur ve güven içinde çadırda uyuyanlar, açlıktan kıvrılan ve gözüne uyku girmeyenin halini ne bilir?