“Bütün hayatı, hüzünlü şafaklardan boğucu karanlıklara kadar, etrafını sarmış olan fakirlerin kokusuna bulanarak geçti.”
19. yüzyılın en büyük yazarlarından biri olan ve eserleri hâlâ konuşulan Dostoyevski’nin yaşamı oldukça ilginçti. Hasta bir anne ve mutsuz bir babanın oğlu olan bu büyük yazar hayatını acılar ve yoksulluklar içinde geçirdi. Her zaman şefkat aradı. Sanatına saygılıydı ve âşıktı. Tutkuluydu ve işkenceler içinde kıvranıyordu. Maddi sıkıntılar yakasını bir türlü bırakmadı: “İlk romanımla borçlarımı ödemem lazım, bu roman başarıya ulaşmazsa kendimi asmam kaçınılmazdır. Kendime iki kuruş bulmak için pantolonlarımı rehin bırakmam gerekti. Çocuğumuzu emziren karım, son kalan kışlık yün etekliğini rehin bırakacak! Ve tüm bunların inadına, işte iki gündür buraya kar yağıyor.”
Fransız yazar, şair ve tarihçi André Suarès bu kitapta, “büyük deha” diye tanımladığı Dostoyevski’nin hayatını, tutkularını, sanatını, Rus kişiliğini ve bilinmeyen yönlerini akıcı bir dille anlatıyor.