Kampta durum günden güne kötüleşiyordu. Esirlere bir hafta boyunca yiyecek hiçbir şey verilmedi. Her gün yüzden fazla esir açlık susuzluk ve hastalıklardan ölüyordu. Bir sabah meydanın köşesindeki hoparlörden yemek verileceği ilan edildi. Ayrıca yemek dağıtımı esnasında intizam bozulduğu takdirde ateş açılacağı da ikaz edildi. Kuyruğa giren esirler sıraları geldikçe mutfaktan verilen elli gram ekmek ve yarım litre çorbayı alıyordu. Çorbaları konserve kutularına kutuları olmayanlar ise şapkalarına doldurtuyorlardı. Çorbasını ve ekmeğini alan esirler arkadaşlarına sırtını dönerek adeta bir günah işliyormuşçasına gizli gizli yiyorlardı.
Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanından konserve kutularının esirlerin en değerli eşyalarından biri olduğunu anlıyoruz. Esirler bin bir güçlükle temin ettikleri kutularını yanlarından hiçbir zaman ayıramıyorlardı. Bunun için konserve kutusuna açtıkları iki delikten geçirdikleri iple gündüzleri kemerlerine bağlıyorlar gece ise başlarının altında korumaya alıyorlardı.
Çorba yeşil renkli bir sıvı ekmek de taşlı samanlı ve tuğla gibi sertti. Ama günlerce ağzına hiçbir şey koymamış olan Dağcı'ya bu ekmekler o güne değin yedikleri ekmeklerin içindeki en lezzetlisi gibi geliyordu.
Esirler bazen bir Alman askerinin attığı yanık sigara izmariti için kavga ediyorlardı. Bu durum bazı nöbetçi askerlerin eğlencesi haline gelmişti. Çünkü esirler atılan sigarayı kapmak için vahşi hayvanlar gibi atılıyor korkunç sesler ve iniltiler çıkararak birbirleriyle boğuşuyorlardı. Esirler böyle didişirken nöbetçi askerler eğleniyorlar ve hatta bir kaçına sopa vurmaktan da geri durmuyorlardı.