“Grizu renksiz ve kokusuz bir gaz olduğundan [...] eskiden maden kuyularına kafes içerisinde kuşlar indirilirdi. Kuşlar titremeye veya tüylerini kabartmaya koyulduğunda, tehlike ânının geldiği hissedilirdi − veya geldiğinin görüldüğü düşünülürdü. [...] Bu geleceği gören kuş tüylerini büyük bir dikkatle gözlemlemenin madencilerde kendi kendilerine ‘grizunun kokusunu alma’ becerisini geliştirmiş olması da olası.”
Didi-Huberman kitabın adına ilham olan bu anekdota şu soruyu iliştiriyor: “Felaketin geldiği nasıl görülür?” − başka bir deyişle, “tarihin grizusunun kokusu nasıl alınır?” Kitabın ilk bölümlerinde yazar, Walter Benjamin’in tarih vizyonundan, grizu patlamalarından, madende geçen filmlerden, 2012’de İspanya, Santa Cruz del Sil’de çalıştıkları madeni “işgal eden” madencilerden ve bu eyleme sanatıyla destek veren flamenko şarkıcısı Rocío Márquez’in seslendirdiği madenci şarkılarından bahsediyor; felaketler üzerine, imgeler ve imgelerin zamanla ilişkisi ışığında düşünüyor. Daha sonra ise, kendisine göre tarihin grizusunun kokusunu almayı başarmış bir filmin, Pier Paolo Pasolini’nin “çağdaş dünyanın −tarihsel, antropolojik, siyasi ve estetik− hali hakkındaki sarsıcı şiirsel-belgesel kurgusu” La Rabbia’nın [Öfke] kapsamlı bir analizini yapıyor. Bu analiz Pasolini’nin neden yirminci yüzyılın en önemli ve ayrıksı figürlerinden biri olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Grizunun Kokusunu Almak, P. Burcu Yalım’ın çevirisiyle Türkçede.
|