Söz gelimi; İstanbul şehri Mekke’yi andıracak, Avrupa’nın en batısındaki Brüksel ise Medine suretine girecek. “Misafir kısmeti ile gelir” diyen Bosna; ilk muhaceret yurdu Habeşistan’ı, konukseverlikten nasibini almamış Berlin; Peygamber taşlayan Taif’i taklit edecek. Hatice el sallayacak muasır Kübra’ya. Ayanna’nın yüzü Ayşe’nin zarafetini anımsatacak. Zehra; tıpkı Fatma gibi yine “babasının annesi” olacak. Sevr mağarasındaki iki kişiden biri olan Ebubekir; bu defa bir geminin soğuk hava deposunda Sadık olarak tarih sahnesine çıkacak. Fedakâr damat Haydar; hain bir suikast planını bertaraf etmek için hiç düşünmeden geceyi Peygamber’in yatağında geçiren Ali’ye ayna olacak. Kızgın güneşin altında sırt üstü yatırılıp eziyet edilen Bilal; Balla’nın tenini de siyaha boyayacak. Nasıl ki İranlı Selman “bizden” idiyse, Danimarkalı Simon da bizden olacak. Ve elbette “ben Allah’ın ve rasulünün aslanıyım” diyen Hamza’nın sökülen ciğeri, Arslan’ın göğsünde hayat bulacak. Mütevazı içtima yurdu Dârül-Erkam; biraz daha genişlemiş olarak Erkan’ın Çiftliği’ne dönüşüverecek. Yesribli iken birbirleriyle didişen ve fakat Medineli olunca kardeşliği seçen Hazrec ve Evs kabileleri; Brüksel’in gurbetçi Türk ve Kürtlerine örnek olacaklar. Bedir kuyularından toplanan sular, Paris’in Sen Nehri’nde akacak. Uhud Dağı’nın ”bizi sevmesine” karşılık, biz de Alp Dağları’nın eteklerindeki Zürih’i seveceğiz. Ebu Leheb’in elleri kurumuştu, Ateş Bey’inkiler de kuruyacak. Ve daha kimler, neler, nereler…