Karanlık, soğuk bir depoda onu bekliyordum. Heyecanlıydım! Beni düşünen, yüreğinde büyüten ve beni ben kılan, birazdan yanımda olacaktı. Acaba son olarak ne diyecek, ne yapacak diye çok merak ediyordum. Sonunda o beklediğim an geldiğinde, onunla karanlıklar aydınlanmış, ben kokan oda havalanmıştı. Omuzlarımdan tutup gözlerime baktı ilkin; sonra sarıp sarmaladı, kokladı doyasıya ve tekrar gözlerime bakarak:
“Sen benim ilk göz ağrımsın.” dedi.
Duygulanmış, bir o kadar da şaşırmıştım. Onun bu kadar duygusallaşacağını tahmin edememiştim. Tamam, ayrılacaktık. Zaten beni satır satır işlerken, bu ayrılığın olacağını ikimiz de biliyorduk. Ama dediği gibi, ben onun ilkiydim. İlk ayrılıklar her zaman zor oluyordu anlaşılan. Dolu dolu gözleri ile konuşuyordu şimdi:
“Git!” diyordu. “Sana yüreğimde yananları yazdım, yüreğimde üşüyenleri yazdım. Git şimdi bir yürek bulup yaz! Bir damlacık da olsa, bir kıvılcım da olsa… Yaz!”
Ve ben şimdi yolları aşıp önce gözlerine, sonra gözlerinden akıp yüreğine düştüm. Gözlerin kalem oldu bana, yüreğine bir damlayı, bir kıvılcımı yazıyorum.