"Ben o sırada hayatın ne olduğunu kendime soruyordum tabii. Haraptarlı Nafi'nin sözünü de anımsayarak soruyordum kendime. Küçükken ben her sabah evin önünden sığır sürüsü geçerdi çorak topraklara doğru. Ardından bir toz bulutu yükselirdi havaya! Bana sorarsan hayat budur toz bulutu! demiştim de ağzını gizemli bir mağara gibi açıp gülmüştü Nafi. Sanki daha iyi bilirmiş gibi benden! Gülüşü çarpmıştı karşısında kaya gibi duran beni. Sonra dünya nedir diye de sormuştum bir vakit. Böyle saçma sorularla günümü gün ediyordum tabii ben! Dönüp dönüp dokunmadan duramadığım ama dokunduğumda da bin pişman olduğum habire kanattığım kanatınca da pişman olduğum sonra yaranın peşi sıra alnımın tam orta yerine şahane bir surette kurulan kahverengi surete bakıp bakıp eyvâh! dediğim yara var ya! Hah bak işte o da dünya! Başımdan geçen dünya budur dedim Nafi'ye buna da güldü sen ne bilirsin evlat der gibi güldü. Sanki kendisi pek bilir gibi! Aldırış etmedim ben ona nasıl olsa herkesin anladığı bir olmaz dedim dünyadan ve hayattan!"